https://juragankomik.com

Leyla ile Mecnun Dizisi Ekibinin Asıl Hatası Neydi?

Türkiye gibi ülkerlerde gerçek hayatta olduğu gibi dizilerde de  cinsel ayrımcılığın yapılması doğaldır. Şiddetin cinsiyeti olmaz ama şiddete maruz kalan kadın ise maalesef ülkemizde kesinlikle altında bir şey aranır. Kadındır sonuç da kesin şiddeti hak etmiştir! Ushan Çakır haklı veya haksız fakat yaptığı bu rezillik (üzücü, hata gibi ifadeler şiddeti sıradan gösterir) dizinin tüm emeğini alıp götürmüştür. Ezgi Asaroğlu ile sorunun varsa bunu söyler ve diziden ayrılırdın. Bu hareketiyle tamamen haksız olduğunu ispatlamış ve oyunculuk kariyerini sona erdirmiştir!

Yapımcı şirket tarafından gösterilen bahane ise tamamen komedidir. Magazinsel bir amacı olsa bugüne kadar başrol diye geçinen malum oyuncular gibi kameralardan kaçmaz aksine malzeme olurdu. Sen hem arkasındayız diyeceksin hem de işine son vereceksin. Arkasındayım diyerek olunmuyor ne yazık ki. Psikolojik açıdan ne durumda olduğunu anlamaktır en başta arkasında durmak. Yarın bir gün mahkeme olduğunda doğal olarak basında çıkacak haberler de mi ‘magazinsel’ diye nitelendirilecekti acaba? Yoksa Ezgi Asaroğlu dava açarak bir suç mu işlemiştir? “Olayın diziye zarar vermesini istemedikleri için davamı geri çekmemi istediler. Kabul etseydim, işime devam edecektim. Yani oyuncu kimliğimin devam edebilmesi için kadınlık kimliğimden vazgeçmem istendi.” demiş verdiği röportajda Ezgi Asaroğlu, yine doğruları söylemiş. Tabi hiç sesini çıkarmasa ve işine baksa bunlar başına gelmezdi değil mi?. Seyirciye ne versek yer mantığı artık yemiyor efendim. Bu hareketlere ancak 2 günlük hafızalarla yaşayanlar biat eder! Sadece yapılması gerekeni yapmayarak bile Ushan Çakır’a ve Beste Bereket’e ortak oldunuz – tebrikler!

Neymiş absürt diziymiş, önemli olan senaryo ve karakterlermiş, zaten Ezgi Asaroğlu’nun oyunculuğu da şöyleymişmiş (iyi gün dostları sizi!) Konuyu bu kadar çarpıtmanızın ne anlamı var. Senaryo ne kadar besliyorsa hikayeyi bir o kadar da oyuncular besliyor. Leyla’yı bugüne kadar Ezgi Asaroğlu dışında başka birisi canlandırsaydı bile yine aynı şeyleri söyleyecektim. Leyla o Leyla! Kendinize gelin ve sakin kafayla bir düşünün. Biz öyle sevdik, benimsedik. Zihinlere Leyla ile Mecnun öyle kazındı. Bu olaydan önce başka bir Leyla için kıyamet kopacak deselerdi kaçınız inanırdınız? Yoksa bu meczup ne diyor mu derdiniz? Bu dizinin dinamikleriyle oynarsanız orjinalliği bozulur. Gerçekçiliğin zedelenmesi ile o büyü yok olup gider. Giderek tatsızlaşır yavan bir hal alır. Bir bakmışsın ki domino etkisi ile yerle bir olmuş! Yani her şeye absürt diyerek açıklayamazsınız. Kısacası daha bu dizide aşktan bahsedilemez!

Kimse zorla dizi izlemiyor. Ama benim gibi düşünenler çoğunlukta ve bizim için dizi 29. bölümde final yaptı. LM’nin kendine özel kitlesi var. Diğer diziler gibi reklam aralarında zaplanan bir dizi değil. Onu iple çekenler mevcut. Demek istediğim kalan sağlar bizim mantığı ile bu dizi ilerlemez. Büyük kayba uğrayacağı aşikar. Malesef bu saatten sonra bir şey değişmeyecek. Yazık oldu çok yazık.

Ayrıca Ahmet Mümtaz Taylan çok şaşırttı beni. Olayın başında verdiği tepki ile son mesajı ancak bu kadar çelişirdi. Arada yılda yok, 3 gün var… 3 gün! sadece 72 saat! Yoksa yanlış mı tanıdık ve sevdik seni Baboş? Kimse sana otur ağla yada tepki göster diziden ayrıl demiyor ki. Böyle agresif çıkışlarda bulunuyorsun. Sende mi demek istiyorum da sanırım sen hep o sermayede hep o taraftaymışsın be hafız!

Aahh….işin özeti diziyi yapım şirketi ile Ushan Çakır&Beste Bereket ikilisi elele bitirmiştir. Ne için? ‘Polemiklerden uzak durmak ve magazinsel olmamak için.’ (Kaldı ki sonrasında Ahmet Mümtaz Taylan çıkıp çıkıp konuştu, daha da magazinel hale getirdi bence de.) Madem böyle,o zaman en baştan arkasındayım gibi büyük laflar edip atıp tutmayacaksın. Ne halleri varsa görsünler deyip işin içinden çıkacaksın! Şiddet miymiş, cinayet miymiş? banane deyip saçma sapan konularla meşgul olmayıp gelen paraya bakacaksın! Yani olduğun gibi olacaksın!

Son olarak, Mecnun’u da başka birine aşık etme gibi bir amacınız varsa Burak Bey, vazgeçin derim. Olayı Lost’a bağlayın ama bunu yapmayın. En azından tatlı bir rüyaydı deyip önümüze bakarız!

Hakkında gokhan

59 comments

  1. Bu yazıyı kim yazdıysa artık hangi eleştirmense acil bıraksın gitsin inşaatta amele olsun.

  2. ben leyla ile mecnunu çok seviyordum ama şimdi hiç bir deyeri kalmadı

  3. İnsanların özel hayatlarını bilmeden,karakterlerini tanımadan sadece tek bir olay yüzünden ( evet utanç verici bir olay ne yazık ki) bu kadar çok yorum yapmışsınız.Seyirci gerçekten bu kadar duyarlı ise helal olsun ama mağdur olan Ezgi Asaroğlu’nun kendi ağzından ya da yakınları ağzından yapılan yorumlar gibi geldi bana,çoğu avukat edasıyla sürekli bir savunma halinde,Kadınla ilgili bir durumsa Ezgi ve Beste arasında yaşananları ele alalım eğer sette saç saça baş başa girselerdi bu kadar gündem yaratır mıydı? yoksa komik bir haber olarak kalır mıydı? Ezgi’nin Besteyi kıskandığı konuşmalarından verdiği röpartajlardan belli oluyor,aşk yok demiş ama ekipteki herkes Ushan Çakır Ve Ezgi Asaroğlu arasında yaşanan durumun onların özel hayatları ile ilgili bir nedenden kaynaklandığını ileri sürüyor,yani konu kıskançlık kavgası ve ateşe atılan ve kesinlikle hayatının hatasını yapan bir adam.Öyle değilse nedenlerini birisi açıklasın bizde rahat edelim.İşinden olan 3 kişi,arkasından açıklama yapan meslektaşları,o 3 kişide teker teker gereken zararı görmüşken ( Ezgi’nin maruz kaldığı dayak, Beste’nin psikolojik tedavi süreci, Ushan’ın oyunda çıkarılması-ki bence kendi vicdanı ile olan hesaplaşması)birde burada siz konuya dahil olup yorum yapıp onlara daha fazla zarar vermiyor musunuz? Sadece onlara değil hatta diziye de zarar veriyorsunuz bence.iş mahkemeye yansıdı bundan sonra gerekli cezayıda savunmayıda mahkeme yapacaktır.

  4. yeni hatası melis birkan!

  5. Fatih arkadasım agzına saglık!

  6. Yav hem yazar hemde altında yorum yapan mallar. Bugüne kadar çekilmiş en güzel Türk komedi dizisine bir iki şahıs yüzünden bu kadar eleştiri yapmanız gerçekten çok komik. Neler neler okudum şaka gibisiniz yemin ediyorum. Varsa yapabilen daha iyisini çeksin onu izleyelim ama siz sadece eleştirmeyi bilirsiniz değil mi!! Neticede o dizi 2 kişi üzerine dönmüyor. Biraz mantıklı hareket edin ki bu kadar emek verilmiş bir dizinin diğer emekçilerinin hakkını yemeyin. Zira piyasada o kadar saçma sapan emek harcanmadan çekilen dizi var ki bu diziye haksızlık yapılınca dayanamıyorum gerçekten. Bu eleştirileri yapanlar mümkünse izlemesinde zaten feriha falan var fatmagül o da olur gidip onları izleyin sizi ancak onlar paklar.

    Yazar en sonda demişsin ki mecnunu yeni birine aşık etmesinler. Yok ya adamlar iş yapıyor iş ekmek parası nedir bilir misin o senin iş diye nitelendirdiğin bi tarafını kaldırmadan yazı yazmaya benzemeyen bir iş hemde. Emek isteyen güç isteyen gece gündüz çalışma isteyen bir iş. O yüzden saçmalama pirim yapmak için milletin yaptığı işlere bok atma. İllede pirim yapacaksan başka konu bul komik komik yazılar yazıp halkında kafasını karıştırma. Yazık diyorum sadece çok yazık hemde…

    • Kadına şiddet, medyada magazinleştirilerek sunuluyor. Şiddete uğrayan kadının ne yaptığı, ne söylediği ya da nasıl giyindiği sorgulanıyor. Fiziksel, sözel ve cinsel şiddete uğrayan kadınların bunu hakkedip hakketmediği tartışılıyor; kurbanlar suçlanıyor, suçlular “mağdur” ilan ediliyor. Şiddet, dinsel-geleneksel önyargılarla, cinsiyet ayrımcı politikalarla ve yasalar eliyle meşrulaştırılıyor. Olay budur, dizi meselesi değil.
      Bu yüzden kadınlara yönelik her türlü şiddet eylemini açık bir şekilde kınamak gerekiyor!
      Bu konuya duyarlı olmak için yarın öbür gün annenizin, kardeşinizin, kız arkadaşınızın başına benzer bir örneğin gelmesini beklemeyin!

    • dnmklzm arkadaş yukarıda yorum yapanlara uygun gördüğün ”mal” sıfatıyla ne dehşet seviyesizlikte olduğunu belli etmiş olsan da sen ve senin gibi ”benim keyfim sürsün gerisi hikaye”ci tayfaya bişeyler demek istiyorum. Benim bencil sanal arkadaşlarım; yukardaki yazarın ve biz ”mal”ların derdi dizinin başarısı yada ekibiyle değil. Temel sorun yapımcıların ezgiye açıkca ”biz zaten ushanı attık sen dava falan açma rolünü kaybetme” demiş olması. Bunun dehşetini sen ve sen gibiler anlamıyorsa heralde mallık bize kalmaz. Tepkimiz ezginin olayın tüm sorumlularının ortaya çıkması için mücadele etmesinin onur ünlü tarafından engellenmeye çalışılmasına. Medyada paylaşılmasını istemediği mesele beste bereketin ta kendisidir. Sonradan yapılan açıklamada bu ikisini ben kovdum beste kendi bıraktı ifadesi olaylarda yapımcıların hangi taraftan baktıklarının delilidir. Evet dizi ilk 29 bölüm itibariyle benim nazarımda türk televizyon tarihinin uzak ara tartışmasız 1 numarasıdır. Fakat yaşanan olay sonrasında yapımcıların omurgasızlığı, oyuncuların samimiyetsizliği ve kadroya katılan yeni iki kadın oyuncunun pragmatik tavırları diziyi ahlaken bitirmiştir..siz de izlemeye devam edin umarım bigün eşiniz annenniz yada kız kardeşiniz birgün benzer bir olayda ezginin tecrübesini yaşamaz! Zİra o durumda içine düşeceğiniz hale üzülürüm..
      Son olarak ezgi eğer kazara bu yorumumu okursan bilmelisin ki yalnız değilsin. Bu davada sonuna kadar yanındayız. Seninle beraber bizim için de bitmiştir bu dizi!

  7. SAHSI GORUSUM, ISTER BEGEN, ISTER BEGENME:

    Ezgi’nin sesine uyuz oluyordum, kulaga hos gelmiyordu.Kisik sesli. Ama yinede Leyla diye dizide severek izliyordum ama 100% isinamamistim o dizideki rolune. Duygusal bir bag eksikligi vardi sanki.. Sanki duvar

    Sonra Ezgi’nin basrolde oynadigi ‘En mutlu oldugum yer’ adli filmini gordum.. Insanlar unlu olmak icin ciplak bedenini gostermek zorundami? .. sex sells, unlu slogan oyle degilmi? Ne kadar cok ciplaklik o kadar cok un. Simdi iyice sogumustum ondan. (kadinligindan vazgecmeni istediler? Ne kaldida kadinligindan?)

    Uhsanida dizide cok sevdim,Ardayim ben Ardaa.. ama onun salakligi yuzunden olaylar buralara geldi.. Umarim herkese ders olur bu olaylar olaylar.

    Soyle dusunuyorumda, ben sahsen Ezgi’nin diziden cikarilmasina sevindim. Dizi’ye iyimi oldu? Olmadi ama naparsin..

    Zeynep Camci cok sevimli, samimi ve cok sicak geliyor insana, onun yerini fazlasiyla doldurur, kimse merak etmesin ;)

    Izlemeyen izlemesin,arkadas! Ben izliyorumya yeter!

    • şahsını da şahsi görüşlerini BEĞENMEDİM.
      keşke bu saygısız ve geri kafalı görüşlerini kendine saklasaydın.
      buradaki tartışma dizi ile ilgili bile sayılmaz, toplumsal duyarlılık üzerine… konu kadına şiddet… ne dizi, ne de oyuncuların özel hayatı. ondan dolayı seni aşmış belli ki…
      yazık, memleket kimlere kaldı…

  8. Kaç ay geçti olayın üstünden.Ama hala bir ”olmamışlık” durumu mevcut.Ben her seye ragmen diziyi izlemeye çalışanlardanım ama ne o eski tadı,nede o eski samimiyeti alamıyorum!Sosyal medyayla ilgilenen biri olarak da her geçen gün gerçek Leyla’ya duyulan özlemin arttığını,Ezgi geri dönsün diyen insanların çoğaldığını söyleyebilirim.Bütün yazılanları da üşenmeden tek tek okudum.Çok haklı konulara değinilmiş.Kimileri de bu ”Haklı”tutumu çok iyi bilseler bile işlerine gelmediğinden ötürü saçmalama boyutuna vardırmış.Sözde leylalar bu diziyi kurtaramadı açık ve net.Ezgi;güzelliği,zarifliği,duygusallığı,puslu sesiyle ”Leyla”isminin hakkını veren tek kişiydi.Her ne kadar orjinal leyla’yı özlesem de asla ama asla kendisine bu çirkinliğin yapıldıgı bir ortama geri dönmesini istemem.Yeni oyuncular harika,ezgi zaten şöyleydi böyleydi diyenlerede selametle diyorum:)

  9. ya siz ne kadar gereksiz konuşuyorsunuz sizene ezgiden sizene diğerinden ekmeğinizi onlarmı veriyor burda atıyorsunuz tutuyorsunuz siz izlemenize bakın ya dizi gayet süper yeni oyuncular harika ezgi varken bu dizi bu kadar eğlenceli değildi yeni oyuncular renk getirdi diziye avukatlık yapmayında işinize gücünüze bakın sizene kim napmışsa yapmış kim napmamışsa yapmamış

    • suskun’san bari suskunlugunu bil, aklının ermeyecegi seylere laf yetistirmeye calısma…

      adamlar para kazanırken onların avukatlıgını yapan sensin asıl su an… dustugun celiskiyi farkedememen bile senin ciddiye alınmaya degmeyecek biri oldugunun ispatı zaten…

      iste leyla ile mecnun seyircisinin degisen profili… eskiden dizide de zeka vardı, izleyenlerde de… para icin sereflerini satıp lanetlendiler sanki… cirkinlestiler, aptallastılar… allahlarından buluyorlar cezalarını…

  10. ezgi asaroğlu asaleti ve dimdik duruşuyla benim gibi bir çok kişiyi etkileyen bir rol model oldu. sanat dünyası bu genç oyuncuyu örnek almalı bence.
    ama bence en önemli şey ushan gibi kişiler pişmanlıklarını dile getirip, af dileseler de bir zaman sonra bütün bunları unutup, yeniden aynı eylemi gerçekleştirirler. ondan bu kişilerin mutlaka bir psikolojik tedaviye ve desteğe ihtiyaçları vardır. kimse bunun üzerinde durmuyor!

  11. ezgi asaroğluna yapılan haksızlığı kınıyoruz. ushan çakır tarafından şiddete mağruz kalan yetmezmiş gibi diziden atılan ezgiasaroğluna yapılan bu haksızlıkları kınıyoruz.
    bu dizi inandırıcılığını yitirmiştir. dizi ekibinin tek derdi paraymış insanın hiç değeri yokmu.

    • aynen bence de serkan, dizi ve dizi ekibinin samimiyeti anlaşılan sadece göstermelikmiş!
      para için herşeyi satıyor “insan”lar artık… arkadaşlarını, kendilerini, onurlarını, şereflerini…

  12. hala ezgi asaroğlu’nun yokluğunun giderilemediği ayan beyan açık dizide. :(

  13. Ali Murat Güven’in Yeni Şafak’taki eleştrilerine harfi harfine katılıyorum.

    Ayrıca filmlerini “Leyla ile Mecnun’un yapımcılarından” diye sunacak kadar sahip çıktıkları dizileri Leyla ile Mecnun’un Leyla’sına sahip çıkamamaları bir yana… Leyla’yı (yani Ezgi Asaroğlu’nu) boğazlayarak şu anda “kasten yaralama” suçundan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Ushan Çakır’a filmlerinin galasına çağırmalarıyla bile açıkça görünen desteklerini anlayamamıştım, taa ki filmin daha ilk sahnesinde boğazlanarak öldürülen kadın karakteri görünceye kadar…

    O zaman dedim ki “haaa demek ki bunlar bir şuursuzlukla yapılmıyor. adamlar şiddetten yanalar.” Bunu Eflatun Film’in logosundan bile çıkarmak mümkündü belki de…

    Bundan sonra Onur Ünlü, Celal Tan ve bıdıbıdıları, Leyla ile Mecnun(ki zaten 29dan beri izlemiyorum da), ve gelecek tüm yeni işleri benim kapsama alanımın dışında arkadaşlar…

    Herkesi de bu alana beklerim… Katılmak için biraz vicdan yeterli…

  14. “Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikâyesi” filmi, İngiliz yazar William Shakespeare’in “İnsan, insandır” şeklindeki sözünün beyaz fontlarla siyah bir zeminin üzerine düşmesiyle başlıyor; sonrasında ise (her ne kadar bu cümleyi doğrudan perdeye yansıtmasa da) gelmiş geçmiş en katıksız Rus depresiflerinden Fyodor Dostoyevski’nin “İnsan öylesine alçaktır ki, zaman içinde her şeye alışır” cümlesini neredeyse her karesi ve karakteriyle olumlayan/doğrulayan bir yapı içinde ilerliyor.

    Film sona erip de bitiş yazıları yükselmeye başladığında, izleyici olarak bizlere düşen görev ise en az bu hikâyenin kahramanlarının kullandığı kadar yakası açılmadık, upuzun bir küfür kalıbı türeterek, söze “Ulan dünya, ulan devlet, ulan toplum, ulan aile, ulan anne ve baba, ulan adına evlat, kardeş ya da arkadaş denilen sefil mahlûk, senin gelmişini geçmişini, özünü özetini, cinsini cibiliyetini…” diye girdikten sonra ağız dolusu saydıra saydıra o salonu terk etmek…

    Onur Ünlü Sineması’nın yakın takipçilerinin de iyi bildiği üzere, “Celal Tan”ın senarist ve yönetmeni, “insan”a, “aile”ye, “devlet”e, adına “gelenek” dediğimiz ortak toplumsal değerler bütününe yönelik bu kopkoyu güvensizliğini, dahası sevgisizliğini ve belli ölçüde de saygısızlığını, 2000’lerin ortalarından beri izini sürdüğü sinema anlayışında ilk kez ortaya koymuyor aslında. Bu tür konu başlıkları karşısındaki tavizsiz duruşunu, 2007 yılında kendisini geniş perdenin vitrinine çıkartan ilk filmi “Polis”ten itibaren altını çize çize, göstere göstere sergilemekte…

    Yönetmen, İslâmî kesimde Marksist-sosyalist çevrelerden bile daha fazla beğenilen, özellikle genç dindarların sözünü ederken ağızlarından ballar damlamasına vesile olan o ilk “abdürd polisiye komedi”sinde de önümüze istisnasız her üyesi birbirinden ebleh, düzenbaz ve iğrenç olan bir orta sınıf Türk ailesi modeli sürerek, “Ben aile denilen kurumun kutsallığına falan inanmıyorum kardeşim, beni ve sinemamı sevecekseniz bu bakış açımla sevin, yoksa hiç sevmeyin” demişti.

    Ünlü’nün “dâvâ”sını savunurken sergilediği bu dürüstlüğü o zaman da itinâyla bir kenara not etmiş ve ortaya koyduğu sinema anlayışını (izleyici olarak bana bırakmakla yükümlü olduğu son tercih doğrultusunda) ne biçim, ne de içerik açısından hiç mi hiç sevmesem bile, bu açık sözlülüğü nedeniyle en azından kişiliğine ciddi biçimde saygı duymuştum.

    Aradan 4 yıl geçti ve sanatçı, “Celal Tan” ile birlikte toplam 5 sinema filmi, ayrıca bir düzineye yakın televizyon dizisinde senaristlik-yönetmenlik yaptı; hâlâ da aynı standart dürüstlüğü çerçevesinde yoluna devam ediyor. Ki bu yılın ilk yarısında, hem kendisi hem de sevenleri açısından kötü bir haberle sarsıldı Ünlü… Yine onun deyimiyle “motoru su kaynatmış” ve kolon kanserine yakalandığını öğrenmişti. Bereket versin ki kanser çok erken evrede teşhis edildi ve bağırsaklarına başarılı bir cerrahi müdahele uygulanarak kanserli dokuları alındı. Şimdilerde ise yoğun bir tedavi eşliğinde yeniden sağlığına kavuşmaya başladığını duyuyoruz. Bu da bir sinema yazarı ve sinemasever olarak beni ziyadesiyle mutlu eden bir haber olmuştur; kendisinin ruh ve beden sağlığını yeniden kazanıp, tam kapasiteyle işine gücüne geri dönmesini gönülden diliyorum. Yönetmenler var olacak ve üretecek ki bizler de işimizi yapalım!

    ÇÜRÜMÜŞ BİR AİLEDEN FOTOĞRAFLAR

    Müslümanlığın kadim ahlâk ilkelerinin kaçınılmaz kıldığı bu dostça girizgâhın ardından, lafı hiç eveleyip gevelemeksizin, Onur Ünlü’nün -başta “insan” ve “aile” olmak üzere- benim açımdan bildik bütün görüşlerini bünyesine yine bolca yedirdiği “Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikâyesi” filmini (bir kaç sahnedeki etkileyici oyunculuk gösterileri haricinde) hiç bir surette beğenmediğimi açıkça ifade etmek istiyorum. Bu hoşnutsuzluğumu da hem yazılı hem de sözlü olarak en ince ayrıntısına kadar temellendirebilecek durumdayım. Ancak, şahsımın “insandan ve hayattan ümidi asla kesmemeye” dönük imânî görüşlerini iyi bilen herhangi bir okuyucunun da söz konusu filmi (öyle, daha ne seyrettiğini tam olarak anlamaktan aciz yeniyetme bir İslâmcının, “nasıl olsa şimdilerde bu çok moda” diyerek gözü kara bir şekilde ardına takıldığı “kayıtsız şartsız Onur Ünlü sineması hayranlığı” içinde değil de) pür dikkat, alıcı gözüyle, “seçici algı”larını dibine kadar çalıştırarak izlemesi durumunda, filmin her sahnesine buram buram sinen o depresif nihilizm eşliğinde meramımı gayet güzel anlayabileceğine inanıyorum.

    Karşımızda, tıpkı “Polis”te olduğu gibi, bir kez daha gırtlağına kadar sevgisizliğe, riyâya ve üçkâğıtçılığa batmış bir orta sınıf Türk ailesi var. Ve yine her şey, Ünlü’nün en gözde bilinçaltı takıntıları arasında yer aldığı anlaşılan bir “aile içi kutlama partisi”yle başlıyor. Söz konusu parti aslında ailenin bütün üyelerinin derilerinin altına çöreklenmiş, fakat bir şekilde o güne kadar bastırmayı başardıkları türlü türlü iğrençliklerin de uyanıp dışarı doğru pörtlemesine vesile olacaktır. “Yaş günü” ve “yıldönümü” gibi mumlu, pastalı, börekli-çörekli, kısırlı, biber dolmalı küçük burjuvazi kutlamaları esnasında zembereğinden boşanan bu koyu kötülük hâli, dediğim gibi, yönetmenin ta ilk filminden beri kullanmaya pek bayıldığı girizgâhlar arasında yer alıyor.

    Sonrasında ise günümüzün Eskişehir’inde yaşayan, en küçüğünden en büyüğüne kadar topunun hayatı “yalan olmuş” bir aileyle, Tan Ailesi’yle daha da derinlemesine tanışıyoruz. Ömrü, insanlara “hukuk nizâmı içine ve ona saygılı olarak yaşamayı” vaaz ederek geçmiş, 60’larının ortasındaki anayasa hukuku profesörü Celal Bey’den başlayarak, en gencinden en yaşlısına, kadınından erkeğine, en eğitimlisinden en eğitimsizine, özel sektör çalışanından kamu görevlisine kadar yönetmenin perdede sırayla önümüze sürdüğü irili ufaklı bütün figürlerin kalpleri de ruhları da tek kelimeyle “çürümüş” durumda…

    Ünlü, filminin çeşitli noktalarında üstüne basa basa, yaşlanmanın getirdiği hayat deneyimlerinin kişiyi asla iyi ve olgun insan yapamayacağını, nitelikli bir eğitimin insanı kemâlata erdirmedeki etkisinin sıfıra yakın olduğunu (O aslında Celal Tan karakterinin büyük bir soğukkanlılıkla yediği herzeler üzerinden “eğitimin etkisi sıfır” diyor da ben yine filme karşı anlayışlı davranıyorum!) ileri sürerken, ruhlarının her zerresine kötülük sinmiş olan bu negatif karakterli insanların tamamını, giriştikleri karmaşık tezgâhlardan son kertede en üst düzeyde kazançlı çıkartıyor.

    Dahası, senaryo, “serme” bölümünde şeklen haksız ve zâlimâne bir cinayete kurban giden kadın karaktere bile son düzlükte öyle bir gol atıyor ki, onu da filmin dili ve üslûbunu taklit ederek “Gebersin oynak kahpe, tohumuna para mı verdik, ölümü zaten fazlasıyla hak etmiş” duyguları içinde yolcu ediyoruz ahirete…

    Filmin yalnızca iki tane iyi huylu kahramanı var, zavallı bir kapıcı ve öldürülen kız kardeşinin kanını yerde koymamak için kendi çapında direnen kör bir adam… Onlara da bu kesif nihilizmden düşen pay, giriştikleri insanlık mücadelelerini “olabilecek en berbat şekilde kaybetmek” olarak takdir edilmiş.

    Bütün bu hengâme içinde “aile”, “anne-babalık”, “kardeşlik”, “karı-kocalık”, “suç ve ahlâksızlık karşısında insanca tavır alma refleksi” gibi bütün insanî değerler yönetmen tarafından eşeğin bir tarafına sokulup çıkartılıyor; kapanış sahnesinde de izleyiciye “İnanmayın kutsallık sosuna bulanmış bu tür değerlere, böyle bir çağda bunların hiç bir anlamı da yok, önemi de, değeri de… İnsan dediğimiz mahlûk yalnızca cebi, midesi ve uçkuru için yaşar. Hattâ, sizin ömürleri boyunca toz kondurmadığınız anne ve babalarınız bile… Üstelik, adına devlet dediğimiz mekanizma da bu sınırsız egoizmin taraftarı ve destekçisidir” mesajı verilerek gösteri tamamlanıyor.

    SİNEMADA NİHİLİST YAKLAŞIMLARA TAMAM DA; DİNDAR GENÇLERE NE OLUYOR?

    Şiddet atmosferinde büyüyen Dostoyevski, kendi alkolik babasından ölesiye nefret ederdi; bu yüzden “aile” kurumuna hiç bir zaman inanmadı. Eh, yazarın bu özel durumunu bilince, ülkemizde sıkı birer Dostoyevski takipçisi olarak tanınan kimi yönetmenlerin filmlerini, özellikle bu filmlerdeki “baba” figürü ve onun lideri temsil ettiği “aile” yapılanmasına yönelik yoğun alerjiyi anlamak da oldukça kolaylaşıyor. Tabiî, bu gibi sanatçıların filmlerine sinen ağır karamsarlığın, sıkı sıkıya sarılınan nihilizmin entelektüel kökenlerini kavramak da…

    Demokratik bir ülkede Onur Ünlü ya da bir başka sanatçının bu gibi nihilist mesajları senaryo ve roman gibi formlarda kâğıda dökmeye, sonrasında da filme almaya hakkı var mıdır? Vardır elbette; çünkü yasalar -devleti yöneten üst düzey liderler haricinde- hiç kimseye “kronik depresyona yakalanma” yasağı getirmiyor. Dahası, depresyonun bazı durumlarda sanatta yaratıcılığı besleyen bir tarafı olduğu da söylenegelmiştir.

    Pekiyi, benim gibi, toplumsal koşullar her ne kadar kötü olursa olsun insanın “eşref-i mahlûkat”ı temsil ettiğine inanan, “aile”nin o toplumsal yapı içinde insanın varabileceği en üst, en anlamlı örgütlenme biçimi olduğunu savunan, bu sarsılmaz inancını da bağlı olduğu din ve onun kitabına, yanısıra peygamberinden edindiği öğretiye dayandıran bir izleyicinin/sinema yazarının böylesine kasvetli bir sinema anlayışının vaaz ettiği görüşleri benimsememe hakkı var mıdır?

    Sinema, zaman, para ve entelektüel bir efor harcanarak gerçekleştirilen, yanı sıra da inancını ciddiye alan her Müslüman’ı beyazperdede izledikleriyle vebâl altında bırakabilen bir edim olarak görülüyorsa, evet…

    Fakat, meseleye “Adam senden daha akıllı, daha bilgili, daha fazla sayıda kitap devirmiş, o katıksız bir düşünür, onun sana anlattıklarını hiç sorgulamadan paşa paşa kabul edeceksin” şeklinde yaklaşanlara kulak verdiğimizde ise kesinlikle böyle bir tercih hakkımız olmayacaktır. Sakın şaşırmayın, var böyle hastalıklı bir model bizim İslâmcı piyasada… “Ben bir gerzeğim, benim kendime ait, yıllar içinde tırmalaya tırmalaya elde edilmiş özel değer yargılarım olamaz, en iyisi kendimi piyasada var olan hazırlop değer yargılarından birine monte edip çevreme ultra-entel görüneyim” diye düşünerek ortalıklarda dolanan zavallı bir insan modelidir bu…

    Meselâ, 2007’de, Ünlü’nün “Polis” filminin galasına katıldıktan sonra, sinemadan çıkarken “Bu, benim hayatım boyunca izlediğim en iyi film” diye mırıldanan bir başörtülü gazeteci kız ile karşılaşmıştım. Muhafazakâr kesimdeki en önemli gazetelerden birinin kültür-sanat editörlüğünü yapmaktaydı. Bizim mahallenin çeşitli medya kuruluşlarına yayılmış durumdaki “ultra-entel çete”nin o sıralarda piyasaya habire gazlayıp durduğu “Bu adamın sineması şimdiye kadar görülmemiş büyüklük ve özgünlükte bir sinema, onun filmini beğenmeyen kendisi kaybeder” mealindeki mesajların fena hâlde etkisi altına girmiş o hatuna “Hayatında tam olarak kaç film izledin de bu kadar kesin konuşuyorsun?” diye sorduğumda bana pek bozulmuştu. Geçen yıl, uzun bir zaman sonra kendisini yeniden gördüğümde, “İnsan, ‘hayatım boyunca izlediğim en iyi film’ dediği bir yapıta hiç değilse 3-5 ayda bir yeniden göz atma ihtiyacı hisseder. O galadan sonra ‘Polis’ filmine geri dönüp DVD’den kaç kez izleme ihtiyacı duydun?” diye sorduğumda, doğal olarak bir tur daha bozuldu!

    “Onur Ünlü sineması konusunda bana gazlanan görüşlerden geride kalırsam kıro falan derler, o yüzden neme lâzım, kalabalığa uyup kendimi sağlama almalıyım” şeklinde formüle edilebilecek bu acınası yaklaşımın, ne kadar ilginçtir ki mütedeyyin cenahın gençliğinde binlerce, onbinlerce (belki de yüzbinlerce) yansıması var. Sözgelimi, “Âlemin ilk ve tek İslâmî sözlüğü” sloganıyla kurulup, sonrasında bu alanın ağa babası Ekşi Sözlük’ün Çin malı kavruk bir replikasına dönüşen İmam Hatip Lisesi Sözlük’e bir bakın; orada da sürüsüne bereket “dini bütün Onur Ünlü hayranları”yla karşılaşabilirsiniz. Bu tür tipler benim top sakalımı bitmez tükenmez polemiklerin konusu yapıp, hattâ buradan “imânımın sığlığı ya da derinliği”ne ilişkin teolojik çıkarımlara bile rahatlıkla ulaşabilirler; fakat aynı hızlı mücahitlerin “Onur Ünlü Sineması”nın nihilist ideolojisiyle hiç bir kan uyuşmazlığı yaşamadan gayet kolayca eklemlendiklerine tanık olursunuz.

    O yüzden, bu filme gitmeden önce yine, İslâmî kesimin ortalığa iki “Mavi Marmara”, bir “Kudüs-Gazze” sloganı savurarak kestirmeden mücahit kesilmiş genç allamelerinin fink attığı ultra-entel sitelerde şöyle yüzeyden de olsa bir gezindim. Ve gördüm ki çok nadiren karşıma çıkan üç-beş sağduyulu, eleştirel yorum haricinde, ortalık yine Onur Ünlü güzellemelerinden geçilmiyor. Bu sanatçının sinema anlayışını elinin altındaki irili ufaklı medya organlarında bilinçli bir bir biçimde pompalayan ve (vaktiyle bazı dergilerde hiç utanmadan yaptıkları gibi) “Onur Ünlü Türk sinema tarihinin en iyi filmlerini yapıyor, onun sinemasını beğenmemek ahmaklıktır, sinemadan hiç anlamamaktır” gibi haddini aşan görüşler sergileyenler yeniden iş başında; göz yaşartıcı bir “kanka dayanışması” içinde, Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı sürdürüyorlar.

    Tekraren ve altını çizerek ifade etmem gerekir ki Onur Ünlü’nün, İslâmî kesimde oluşan bu vahim “kimlik bunalımı”na ilişkin en küçük bir kabahati, doğrudan dahli ya da kışkırtması yok. O, kendi hayat deneyimleri, ideolojik görüşleri çerçevesinde, son derece dürüst bir sinemacı… “Hak bildiği yolda” sessiz sedasız ilerleyen ve görüşleri sorulduğunda da bunları riyâya hiç başvurmadan tek tek açıklayan böylesi bir adama ancak saygı duyulabilir. Evet, belki sinemasını sevmezsiniz, fakat kendisine en üst perdeden saygı duyarsınız.

    Nitekim, geçen ilkbaharda ağırlıklı olarak mütedeyyin yazarların bir araya geldiği bir sitede “Pompaya Devam” başlığı altında yazdığı bir yazı, “Bu ne iş yahu, biz seni tıpkı Sırrı Süreyya ağabeyimiz gibi potansiyel bir İslâmcı olarak görüp bağrımıza basmıştık, sen ise pompa mompa gibi sakat muhabbetlere giriyorsun” şeklinde tepkilerle karşılanınca, “Arkadaşlar, benim içim de dışım da bir, size hiç bir zaman aslında olmadığım bir adamı oynamadım ki… Gönlümden neler geçiyorsa, ben de aynen o şekilde yazıyorum düşüncelerimi… Fakat, siz beni kendi kafalarınızda kategorize etmeye çalışıyorsunuz” anlamına gelen kısa bir vedâ metni eşliğinde o siteye yazı gönderme faslını kapatmıştı.

    Onur Ünlü… Sırrı Süreyya Önder… Zeki Demirkubuz… Özcan Alper… Bunlar hem özel hayatlarında, hem de yaptıkları sinemada son derece tutarlı adamlar… Asıl sorun, kendisine sanatta “kılavuz”, “yoldaş”, “kanaat önderi” olarak bu gibi sanatçıları seçen, sonrasında ise onlardan “iki tane beğendiği, beş tane de nefret ettiği yaklaşım” görünce, idol olarak bağrına bastığı bu kişilere karşı nasıl bir tutum sergileyeceğini şaşıran ultra-entel olma sevdasındaki dindar gençlikte…

    Özgür bir ülkenin ulusal sinema endüstrisinde “iyimserler” ve “idealistler” kadar “karamsarlar” ve “nihilistler”in de yer almasından daha doğal bir sonuç olamaz. Aynı şekilde, hayatı Onur Ünlü gibi okuyan bir senarist-yönetmenin de kendisinin tam karşıtı düşünenler kadar senaryo yazmaya ve film çekmeye hakkı var. Demokratik bir kültür-sanat ortamında, bütün bunları tuhaf, tutarsız ve rahatsız edici bulmuyorum. Benim açımdan yegâne tuhaf, tutarsız ve rahatsız edici olan şey, Ünlü gibi “insan”dan, “aile”den ve “toplum”dan ümidi büsbütün kesmiş bir hâlet-i ruhiye içindeki bazı sinemacıların, muhafazakâr kesimde saçının tek telini yabancıya gösterme ihtimâli karşısında bile ânında dellenen dindar genç kızlar ve sakalını kesmektense işini ya da fakültesini bırakmayı yeğleyen dindar genç erkeklerin gönlünde, 2000’lerle birlikte İslâmî kesimin neredeyse en önemli rol-modelleri arasına girecek kadar geniş çaplı bir fütuhat yapabilmesi! O yüzden, asıl marazî olan yukarıda saydığım yönetmenlerin sineması değil, o sinema anlayışına tutkuyla bağlanıp, imânını ve geleceğini inşâ ederken bu gibi adreslerden yayılan depresif görüşlere bel bağlayan “bizim çocuklar”…

    Bunların, (en az 35’ine kadar akılları asla başlarına gelmeyecek olan önemlice bir kısmının) okuduğunuz yazıdan sonra -hayranı oldukları Ünlü’nün sinemasındaki sıkı küfürleri kılavuz edinerek- yedi ceddime en az bir kaç gün boyunca saydıracaklarından adım kadar eminim. Fakat, bu gibi ham tepkiler benim cephemde artık çok da önemli değil. Öncelikle derdim, her zaman olduğu gibi, o çılgın kalabalıklar içinde ne yapacağını şaşırmış vaziyette dolanıp duran, bu arada içinde yüzdüğü çalkantılı ruh hâli ve yaşadığı radikal savruluşlardan da ciddi ciddi rahatsızlık çeken en az 5-10 tane kız ve oğlanı “yeniden kendine getirmek”… Bunu başarabildiğim takdirde, bu yazım da öncekiler gibi amacına ulaşmış olacaktır.

    Sözlerimin sonunda, önemli bir noktanın daha işaretlenmesi gerekmekte…

    Onur Ünlü, “Polis”ten “Celal Tan”a, bugüne kadar çektiği filmleri ve dizileri kendisi yazmıyor, yalnızca başkalarının yazdıklarını memur gibi yönetiyor olsaydı, o durumda filmi ya da filmleri için bu denli ayrıntılı bir eleştiri getirmeye de hiç gerek olmazdı. “Adam konfeksiyon bir iş yapıyor, biri hikâyeyi yazmış, çekme görevini de ona vermişler, o da bunu elinden geldiğince görselleştiriyor” der ve geçerdik. Zaten, böyle bir durumda ille de esaslı bir eleştiri yapılması gerekiyorsa, o zaman eleştirilerin odağı ağırlıklı olarak “senarist”e doğru kayardı.

    Ancak, Ünlü, 2007’den itibaren hayatlarımıza “auteur” (hem yazıp hem de yöneten, çektiği filmlere topyekün hâkim) bir sinemacı olarak girdiğinden dolayı, yapıtlarının günahı da sevabı da yine topyekün kendisine ait. Bu yüzden, her türlü övgü ve yerginin öncelikli muhatabı konumunda…

    Belki de en doğrusu, bunca sübjektif ve aleyhte argümanı ardı ardına sıralamak yerine, bütün okurlarımıza Onur Ünlü’nün son filmi “Celal Tan ve Ailesi”ni bizzat görmeleri yönünde samimi bir çağrıda bulunmak…

    Lütfen anılan yapıtı olabildiğince tarafsız bir bakış açısıyla izleyin ve salondan çıktıktan sonra kendi kendinize şu üç temel soruya cevap verin:

    – Başta Prof. Dr. Celal Tan karakteri olmak üzere, bu aileyi ve yakın çevresini oluşturan insanların (cinayet ve ölüm de dahil) yaşadıkları şok edici gelişmeler karşısında sergiledikleri davranışlar, insan doğası dikkate alındığında toplumsal bir genelleme yapmaya açık mıdır? Memleketimizin toplumsal dokusunda an itibarıyla durum bu mudur?

    – Filmin sergilediği türden arkadaşlık, karı-koca, anne-oğul, abla-kardeş, polis-vatandaş ve sevgili ilişkileri size kendi içinde tutarlı ve olağan geldi mi?

    – Bu filmden ne gibi bir nihai mesaj aldınız?

    Son bir sözüm de bu filmin jeneriğini, internet sitesini ve kitlesel tanıtımda kullanılan diğer görsellerini hazırlayan kreatif ekibe…

    1) “Celal Tan ve Ailesi”, Türkçe dilinde bir özel isim tamlaması oluşturur. Bundan dolayı da filmin adındaki “Ailesinin” sözcüğünün apostrof kullanılarak, yani “Ailesi’nin” şeklinde yazılması gerekir.

    2) Yine, filmin adında geçen “Hikayesi” sözcüğünün, TDK yazım kılavuzundan da doğrulanacağı üzere, “Hikâyesi” şeklinde yazılması gerekir.

    Ben, bu yazı boyunca söz konusu hataların yapıldığı her noktayı (ve sitenizden kaynaklanan daha bir dizi imlâ hatasını) sizin adınıza tek tek düzelttim. Çünkü, sinema gibi elit bir iş bu kadar özensizliği kaldırmaz.

    * * *

    “Celal Tan ve Ailesi’nde aileyi epeyce bir hırpaladım. Fakat, 15 bin yıllık aile kurumuyla öyle tek bir filmde de hesaplaşılamaz. Aile burada bir metafor elbette. Günlük hayatımızı sürdürmek içinde bulunduğumuz bazı yalan dolan bir ton saçma sapan ilişki durumları var, filmim bunu anlatıyor. Devletle, ailemizle ve birbirimizle kurduğumuz ilişkinin can sıkıcılığı, sahtekârlığı üzerine. Bana, kişisel seçimlerimin haricinde ‘baba’ olarak atanmış olan birine saygı duymam gerektiği öğretiliyor. Statüko aslında çok basitçe buradan başlıyor.”

    Onur Ünlü’nün 7 Kasım 2011 tarihli Evrensel gazetesine verdiği mülâkattan… Mülâkatın tamamı için bkz:

    http://www.evrensel.net/news.php?id=9562

    * * *

    “İnsan anne babasını seçemez. Fakat bir ‘aile’nin bireyidir. Bu yalancı bireylik durumu, insanın aslında basitçe bütün hayatında çeşitli şekillerde karşılaşacağı statükoyla girdiği öldürücü işbirliğinin de başlangıcıdır.

    Statüko, risk almak istemeyen ve konforlarını devam ettirmek adına her türlü yalanı üretebilecek bireyler yaratır. ‘Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ adlı film, zorunlu olarak bir arada durmaktan kaynaklanan bu konforun insanları ne hâle getirdiği, insanı nasıl başka bir ‘şey’e dönüştürdüğü, zorla bir arada bulunmanın bir yerden sonra ne kadar sıkıcı ve ezici bir hâl aldığı fikri etrafında gezinir. Ve bunu yaparken de bütün kurum ve durumlarla inceden inceye dalgasını geçer.

    ‘Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikayesi’ insana güvenmez. Çünkü -Shakespeare’in de dediği gibi- bilir ki insan, insandır.”

    Filmin resmî internet sitesindeki “yönetmen görüşü” bölümünden…

    * * *

    “Celal Tan ve ailesi, hepimizin ailesi gibi… Her ailenin içindeki karışık işler Celal Tan ailesinde de var. Karakterlerin hepsi deli, hepsi aşırı, hepsinin şaftı kayık…”

    Filmin basın bülteninden… Ki bu cümleler bile tek başına filmin “aile” kurumuna bakışını net olarak ortaya koyuyor. Yukarıdaki ifadeler büyük bir özgüvenle ve âdetâ laboratuvar ortamında sınanmışçasına kesinlik içinde bültene yerleştirilmiş olsalar bile, “Celal Tan ve ailesi hepimizin ailesi gibi değil. Çünkü, bütün ailelerde karışık işler yaşanmıyor. Ayrıca, bütün ailelerin karakterleri de deli, aşırı ve şaftı kayık olmak zorunda değil.”

  15. Onur Ünlü’nün kimlik bunalıma girdiğini galaya rol arkadaşını boğazlayan Ushan Çakır’ı çağırmasıyla ona verdiği destekle bile görebiliyoruz. Olay sonrası “şiddet kabul edilemez” derken, filmin ilk sahnesinde baş karakterin eşini boğazlayarak öldürmesi bile çok ironikti.

  16. ushan çakır’ı “celal tan” filminin galasına davet etmeleri son nokta olmuştur!
    başından beri neden ezgi asaroğlu’na “ushan’a açtığın davayı çek yoksa kovulursun” denmiş, neden bu şiddetin yanında durulmuş anlamış olduk!
    mide bulandırıcı!

    • Ezgi Asaroğlu güçlü çıktı, uzlaşmadı ve bu işi mahkemeye taşıdı, yani en azından cezalarını çekecekler Seyma.
      Ushan Çakır hakkında “kasten yaralama” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar, Beste Bereket hakkında ise “azmettirme” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açmış savcılık. Ben bu haberi görünce biraz olsun rahatladım.
      Bir de artık kimse bunlara iş vermese de iyice dışlansalar daha güzel olur tabi. Eflatun Film alsın o pek “kıymetli” oyuncularını beraber çalışsınlar işte. Resmen 3 yıla kadar hapis istenilen suça ortak oldular onları kayırarak.

  17. Yukarıdaki yazıyı okumaya başladım ama bir süre sonra sadece göz gezdirdim, dizide az çok haberdar olan birinin ,işin aslının ne olup olmadığını bilmeden yazdığı “kadınsa her zaman haklıdır” görüşünün ürünü bir yazı. Altın koza da Onur Ünlü nün ödül almasını ve Beste Bereket in jüride olmasını imalı bir şekilde söyleyen Ezgi Asaroğlu ,sırf bu demecinden bile kovulabilir.

    • yazının tamamını tam olarak okumadan, “sadece goz gezdirerek” yazı hakkında bir degerlendirme yapıp sonuca varman ilginc olmus! :)))
      ben herseyi tam olarak okudum ve sana katılmıyorum.
      birincisi, dedigin acıklama ezgi asaroglundan degil, avukatından geldi. aynı sey degil, adam bile “olayı adalete intikal ettiren ve hiçbir şekilde beyanat vermeyen müvekkilim” demiş ezgi asaroglu için ve avukatı olarak acıklama yapma geregi duymus. bunu ezgi asarogluna mal etmek olmaz bence.
      daha sonra bir kez roportaj verdiginde ezgiye sormuslar orada da bunu acıklamıs ve “ödül töreninde bir haksızlık olduğunu asla düşünmedim.” demiş.
      ikincisi, bana kalırsa orada imalı birsey de yok, sadece olan durumu demis adam ki aslında nerdeyse yapım sirketinin dedigi sey iste…
      ucuncusu, ezgi asaroglunun kovulması zaten bu acıklamadan daha once oldu.

      bence bir daha yorum yapmadan once tam olarak okuyup anlamaya calıs.
      insallah bu yazdıklarıma da sadece göz gezdirmezsin ;) bak bir saat anlattım sana…. haydi kal saglıcakla……

  18. ezgi asaroğlu’nun diziden kovulmasının etik olmamasını falan geçelim, yeni gelen yeteneksiz abideleri leyla’nın yerini dolduramayacak ve üstelik ezgi asaroğlu’ndan güzel de değiller.

    bir de benim o hatunlara bir sorum olacak: bir kadın olarak, sizin yaşlarınızda bir genç kızın şiddet gördüğü ve bu yüzden de işinden, parasından, geçiminden olduğu bir sete gitmeyi nasıl kabul ettiniz? anlıyorum kariyerinizde daha yolun başındasınız, rol seçme gibi lüksleriniz yok. (ileride olabilecek mi? ı-ıh, sanmıyorum.) ama prensip dediğimiz şey en zor şartlarda bile vazgeçmediğin insanlık kurallarının olmasıdır. mesela açsan bile yanındakinin yemeğini çalmamak gibi…

    acaba idrak edebildiniz mi, yanınızdakiler sizi yeni rolünüz için tebrik ederlerken, bu hareketinizle şiddetin arkasında durduğunuzu? “bugün biri dayak yerse nasılsa yerine yeni birisi -bu durumda bu siz oldnuz- bulunur” mantığında hareket edildiğini…

    yaklaşık 50 yıl sonra güzelliğiniz geçecek… kalacak olansa insanlığınız, insanların sizi nasıl hatırladığı olacak… tabi biz kimiz ki? bin kişi içinde belki de sizi takdir etmeyen bir grup insan… ama dalkavuk çoktur, doğruları söyleyense az; bunu unutmayın derim. keşke başka roller bekleseydiniz, başınız dik işinizi yapabileceğiniz roller… yok mu size bunlardan bahseden bir ana babanız anlamadım ki…

    • Katılıyorum Serap hn. karakterli insan bulmak modern dünyada her geçen gün zorlaşıyor. Toplumumuzda karakterli insanları dinleyenlerin sayısı karaktersiz insanları dinleyenlerin sayılarıyla kıyaslanmaz derecede. İnsanlar, karaktersiz insanlara gülüyor, onları seviyor ve onlarsız yapamıyor. Hala diziyi izleyen kitleyi başka türlü açıklayamıyorum.

  19. leylasız mecnun mu olurmuş diyenlere de bir türlü anlam veremiyorum. kavuşsalardı zaten “mecnun” olmazdı, hadi onu geçtim eğer diziyi sırf leyla için izliyorsanız zaten izlemeyin bu saatten sonra.

  20. dizi ekibinin verdiği karardan dolayı bir leyla ile mecnun izleyicisi olarak sonsuz tepkimi sunuyorum. düşe bi tekmede onlardan geldi yazık çok yazık hatalarını telafi etme çabalarına baksalar belki kurtarabilirler ama bu saatten sonra biraz geç gibi görünüyor. ezgi asar oğluna geçmiş olsun ve başı sağ olsun dileklerimi iletmek isterim.

  21. olayın aslını bilen biriyim mert kaynak istiyorsan bizzat gidip ekiptekilerle konuşman yeterli. “leyla ile mecnun dizisinin ekibinin asıl hatası nedir?” başlığa bak! dizi ekibinin suçu ne şimdi bu olayda? şurda dizi bitmeli artık izlenmez tarzında yorum yapanların diziyi bir kez bile izlemediğine adım gibi eminim!

    • ekiptekilerin doğruyu söylediklerinden nasıl bu kadar eminsin? şu an dizi için ve kendi itibarları için kritik bir durum olduğunun farkındalar ve tabi ki etraftakileri tıpkı senin dusundugun gibi dusundurtmek istiyorlar… bence daha sağlam kaynakların yoksa, ezgi asaroğlu’nun mahkemesinin sonuçlanmasını bekleyelim, bırakalım olayın iç yüzünü savcılar hakimler çözsünler, bunu araştırıp doğruları bulmak onların işi seyircinin değil…

      • bizzat ekiptekileri tanıyorum canım ve ezginin set içindeki hal ve hareketlerini de biliyorum. ama bunun basına yansıtılmaması tamamen ekibin iyi niyetindendir. siz de bildiğiniz kadarıyla yorum yapıp hemen fakir edebiyatına bağlıyorsunuz doğal olarak. eğer kendi itibarlarını korumak gibi bir dertleri olsaydı kadına şiddete hayır mesajı veren bir dizinin böyle bir karar vermesi düşünülemezdi. ama onca insanın emeği göz önünde bulundurulup böyle bir karara varıldı, doğru olan da buydu. dediğin gibi ezgi zaten mahkemede hakkını arayacak, dizinin adını sürekli bu olayla lanse edip dizi çalışanlarını zan altında bırakmanın mantığı ne? kaç zaman geçmesine rağmen bu konunun ısıtılıp ısıtılıp önümüze konulmasının tek bir açıklaması olabilir belli ki dizinin başarısını çekemeyenler var.

        • diziyi savunma çırpınmalarında son care olarak ezgi’ye b.k atmaya calısmanı cok zavallı bulduğumu söyleyeyim, çaresizlikle haddini aşmaya başlamışsın. seni biraz vicdanlı olmaya davet ediyorum meltem.
          bak, ekiptekileri ben de tanıyorum, bunu bir ayrıcalıkmış gibi yazıp durmuşsun. hatta ben bizzat sete ziyarete gidip kendim de şahit oldum, ezgi’nin set içindeki hal ve hareketleri gayet profesyoneldi, güleryüzlü ve kibardı ve herkes tarafından sevildiği de açıkça gözüküyordu. insan ne şartta hangi ortamda olursa olsun sağlam karaktere sahipse olumlu yada olumsuz hiçbir şartta kişiliği bozulmaz. ezgi asaroğlu da böyle ciddi bir şiddet olayının örtpas edilmesine izin vermeyip hakkını mahkemede arayarak karakterinin saplamlığını gösterdi. bu kadar.
          suçlu olan insan savunmaya geçer. sen neden sürekli savunma halindesin meltem?

        • Ezgi Asaroğlu’nu Okan Bayülgen’in programında izledim ve diziye merakım o sayede başladı. Bu devirde mesleğini bu kadar aşkla yapan insanlara rastlamak çok zor… Ama bu iş için yaptıkları ona bir süre sonra ihanet olarak döndü. Bunun adı nankörlüktür. Vefasızlık ve ihanet de var tabi içinde. Nankörlük, insanoğlunun hiç bitmeyen ve hep var olacak kaderidir. Ezgi bunu maalesef çok genç yaşta öğrenmiş oldu.

          Nankörler, en ufak bir eleştirinizde bile karşı savunmaya geçer, suçlu olduğunu bile bile size karşı saldırganlaşır, suçu başkalarına atmaya çalışır. (Bknz. yukarıdaki yorumda ekip adına konuşan Meltem hn. gibi)

          O ana kadar yaptığın her şey bir anda onun gözünde silinmiştir. Kendince hiç değeri kalmamıştır. Unutulmuştur. Sanki hiçbir şey yapmamışsın gibi davranmaya, seni ötekileştirmeye, hatta sen yokmuşsun gibi davranmaya, önemsizleştirmeye başlar. (Ezgi’nin ve dizideli “Leyla” karakterinin aşama aşama başına gelenler.)

          Bir o kadar da çelişkiler ile yaşarlar ve siz şaşkın bakışlarla onu izlersiniz sadece. Çünkü her şeye bir bahanesi vardır. (Kadına şiddete hayır mesajı veren bir dizide alınan bu korkunç kararla içine düştükleri çelişki başka türlü açıklanamaz. Bahane duymak istemiyoruz)

          Bunun altında rekabet duygusu vardır. Rekabet duygusu, hırs ve öfke duygularını barındırır. (Yapımcılar bu tuzağa düştüler. Para, para, para…)

          Çok şaşırırız, çünkü maskesi düşmüş ve gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Yalan söyleyen insanın maskesi er geç düşer. Stres altındaki insan rol yapamaz. (Sres altında aldıkları kararlardır onların gerçek yüzünü bize tanıtan ve dizideki sosyal mesajların altındaki samimiyetsizliği gösteren)

          Kısacası, kimseye ve hiçbirşeye hak ettiğinden fazla değer vermemek gerek. O programda işinden bahsederken gözleri ışıldayan ve işine en ufak kötü laf söylettirmeyen Ezgi Asaroğlu aklıma geldikçe bunları düşünüyorum.

          Diziyi izliyor muyum? Tabi ki HAYIR.

  22. burak aksak’ın da dediği gibi bu dizi hayatta kaybedenlerin dizisi. ezgi asaroğlu’nun çıktığı iyi olmuş, ne işi var onun kaybedenlerin içinde?

  23. müge boz baya baya yeteneksizmiş. diğeri de öyle çok silik.
    hem leyla’sız mecnun mu olur?
    benim bildiğim mecnun (orjinalinde) leyla’nın öldüğünü öğrenince mezarın başında ağlayarak can vermiş ve sevdiğine kavuşmuş bir zat idi.
    dalga geçiyorlardı ama kendileri de akasya durağı-2 olmuşlar.

  24. aaa hayret! dizi setinde adamlar kadınların ağzını burnunu kırmamış ki yeni bölümü yayınlanacakmış! ya da belki yine birileri birilerinin boğazına yapışmıştır da onur ünlü korkusuna hemen olayı örtbas etmeyi başarmışlardır. müge boz ve zeynep çamcı üç kuruş para ve şöhret için meslektaşları ve hemcinsleri ezgi asaroğlu’na destek olmak adına rol tekliflerini reddetmek yerine dizide yer alarak nasıl insanlar olduklarını göstermenin yanı sıra, artık başlarına gelebilecek her tür şiddet eylemini de göze almışlardır. aptallara şiddet müstehaktır, gözümde “kocam sever de döver de” diyen kadınlardan farkları kalmamıştır.

    yine de şiddete karşı bir insan olduğumdan yanlarında sürekli badigardlarla, kafalarında kasklarla ve dizlik, bileklik, biber gazı gibi koruyucularla gezmelerini salık verir, başarısızlıklarının devamını dilerim…

  25. kaç kişinin emeği var o dizide kişisel sebeplerden olan bir olayı bütün ekibe mal edecek kadar sığ beyinli misiniz!

    a pardon ahlak bekçisiydiniz dimi siz versinler elinize asın kesin oh ne ala memleket. ushan çakır zaten hesabını mahkemede vericek kaldı ki diziden ve tiyatrodan kovularak ve bütün kariyerini de mahvederek bir anlık hatasının bedelini fazlasıyla ödemişken tasası size mi düştü? dide’nin söylediği “Davanı geri çek, sana rolünü iade edelim!” gibi bir durum tabiiki söz konusu olamaz!

    bütün ekip ezgi asaroğlu’nun arkasında ve destek vermeye hazırken ezgi’yle hiçbir şekilde iletişim kuramadıklarını bilmiyorsunuz tabi ezbere konuşun. diziyi artık izlememe kararınızın sebebi ne peki böyle üzücü bir olayla lanse edilmiş olması dimi, e peki bunun suçlusu kim? bu düpedüz emek hırsızlığıdır. isteyen izlemeyiverir olur biter! dizi artık bitmeli demenin mantığı nedir ya bu nasıl bir saygısızlıktır! biz bize yeteriz merak etmeyin

    • kimin köpeği olarak konuşuyorsun, hadi doğruyu söyle meltem :))))
      bizim bilmediğimiz, senin bildiğin bir şeyler varsa doğru düzgün açıkça söyle. kaynağı ile beraber. bu işler böyle olur.

    • “diziyi artık izlememe kararınızın sebebi ne peki böyle üzücü bir olayla lanse edilmiş olması dimi” demişsin, sen zaten en baştan kopmuşsun be güzelim :))))) hiç anlamamışsın ki mevzuuyu.
      bak yukarıdaki yazıyı bir kaç sefer oku ve üzerine düşün. (sadece başlığını değil, içeriğini oku.) bilinçlen. okula gidiyorsan eğer, sor öğretmenlerine sana anlatsınlar. ama bir şeyleri okurken gerçekten oku. okuduğunu anla. yoksa hayatta çok zorlanırsın, sana cahil dediklerinde de gücüne gider, benden söylemesi.

  26. onun konuyla ne alakası var peki? valla resmen parayla adam tutmuşlar diziyi kötülemek için

    • sen herkesi kendin gibi satılık mı sandın???

    • onun konuyla ne mi alakası var? gazetecilerin görevi olumlu ya da olumsuz bütün bilgileri kamuoyuyla paylaşmaktır. köşe yazarlarının görevi ise fikirlerini, düşüncelerini toplumu aydınlatmak için yazmaktır.
      gündemi meşgul eden en önemli toplumsal sorun kadına yönelik şiddet ve cinayetlerdir. cinayet olmasına ramak kala durdurulmuş bir şiddet olayı, artık “kişisel” olmaktan çıkar.

      sadece arda uskan değil, rahşan gülşan, cüneyt özdemir, vehbi dinçcan, onur baştürk, ayşe özyılmazel…… gibi daha bir çok insan bu konuyu köşelerine taşıdı. gazeteciler görevini yapıyor, biz ise vicdanımızın sesini dinliyoruz.

  27. konu çok dallandı budaklandı ama süreci en baştan incelemek gerekir.şiddet olayının sebebi bilinmiyor , süreç aşamasında ezgi aşaroğlu’nun tutumu kaba tabirle kovulmasının sebebi olarak gösteriliyor.hem şiddete maruz kaldı hem kovuldu şeklindeki görüş sahiplerinin kovulmasının sebebini görmezden geldiğini ya da hafife aldıklarını düşünüyorum.Olayı direkt olarak medyanın kucağına atması ezgi aşaroğlunun kovulması için bence yeterli bir sebep.yönetmen-yapımcı ile görüşmeden fikirlerini ve yapacaklarını sormadan onları esgeçmek ,bulundukları statüyü görmezden gelmek şirketi zor duruma düşürebilir , imajlarını olumsuz yönde etkileyebilir ve günümüzde imajın ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar anlatmaya gerek yok.ushan çakır ve beste bereket te bu durumun sonucu olarak diziden ayrıldılar ve işin daha hukuki yaptırımı da var.ushan çakırın oyunculuk kariyeri tehlikeye girmiştir ve girmelidir de.fakat ezgi aşaroğlunun onur ünlüyü esgeçip avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama bence onur ünlüye saygısızlıktır .sonuçta insanlar güvenebilecekleri kişiler ile çalışmak isterler.sözleşmenin feshedilmesi doğal bir sonuçtur.tabii bu şekilde olmadıysa ezgi aşaroğlu büyük haksızlığa maruz kalmıştır.

    @meltem Arda Uskan diye bir köşe yazarından haberin olmaması normal olabilir fakat ağzından çıkanla kulağının duyduğunun tuttuğunun bir olmadığının farkında değil misin :)

    • Allah aşkına ezgi asaroğlu senin tabirinle olayı direkt olarak medyanın kucağına atmayacaktı da ne yapacaktı? onur ünlü de önce yanındayız ezgi diyip sonradan davayı çekmesi halinde diziye dönebileceğini ifade etmesiydi o zaman! oyunculuk kariyerinin devam edebilmesi için kadınlık haklarından vazgeçmesini istedi ezgiden ! HEP YANINDAYIZ EZGİ

  28. Arda Uskan nedir ya? diziyi bir kere izlemişliği yok gelmiş burda yorum yapıyor. Ushan Çakır canım o bir kere, dizide canlandırdığı karakterin adı Arda, ağzı olan konuşuyor vir vir vir

  29. bence hala bu olayı uzatmaya çalışanlar dizinin başarısını çekemeyenlerden başkası olamaz! bir kere diziyle ne alakası var bu tamamen kişisel bir olay, ezgi asaroğlu da kişisel olan bu olayı direk mahkemeye intikal ettirmek yerine basın açıklaması yapma gereği duyduğu için dizi maalesef böyle kötü bir olayla lanse edildi, herkes atıp tutuyor valla da diğer oyuncuların, set ekibinin ne suçu var onu düşünen yok. ayrıca isteyen izlemez olur biter biz ahmet mümtaz taylan, ali atay, serkan keskin, cengiz bozkurt gibi adamlar olduğu sürece her türlü izleriz! rahat olun

  30. Bana sorarsanız ezgi asaroğlu’na haksızlık yapıldı ben de az bir kesim gibi diziyi izlemicem fakat değinmek istediğim şeyler var.Leyla karakterini unutturmak için başka karakter kullanıyorlar eleştirisine katılmıyorum zaten kimse unutmicak bu yaşanan olayları.

    • doğru söylüyorsun toprak… toplumsal duyarlılığa sahip bilinçli kesim seyirciler olarak bizler unutmayacağız ve unutturmayacağız…

  31. Yapım şirketinin pişkin tavrını “Biz ne çekersek, ne yazarsak nasılsa izleniyor, bizim ayrı bir seyircimiz var” rehavetine bağlıyorum. Arda Uskan’ın konu ile ilgili bir köşe yazısından alıntı yapayım.

    ” Bugünlerde hep söylüyorum herkes padisah kesildi basımıza! Galiba su ‘Muhtesem Süleyman’ dizisinden sonra oluyor bütün bunlar. Kapıcı mesela diyor ki karısına ‘Gayri apartman çöplerini bundan böyle sen alacan!’ Bir kulüp baskanı canlı yayında teknik
    direktörünü kovuyor,tek bir sözüyle. Dizi setleri deseniz zaten oldu bitti imparatorluk topraklan ve tek hakimi de yönetmeni. Ama son bir olay var ki padisahlık yapımcıya geçmis görünüyor. Ki kendileri zaten yönetmen. Dizinin adı ‘Leyla ile Mecnun.’ TRT’ de yayınlanıyor. … Daha sonra kovulan basrol kız Leyla dava açıyor. İste burası enteresan;sirket kalkıyor kıza diyor ki; “Davanı geri çek, sana rolünü iade edelim!”
    Simdi o kız o diziye dönerse yazıklar olsun. Padisah efendimiz yapımcıya ise söyleyecek laf yok. Veya kendisine Anadolu dolaylarından bir deyisle cevap verelim; “S.çtı bir de üzerine kahverengidir diye yazdı koydu.” ”

    Ben bu saatten sonra zaten artık izlemem çünkü tepkiliyim! En başta şiddette maruz kalan bir kadına kesilen faturaya. Leyla karakteri tamamen hafızlardan silinmek isteniyor gibime geliyor. Yeni gelecek iki bayan karakter bunun göstergesi. Leyla’ları unutturmak lazım doğru, fazla uzadı mı dili onu keseceksin!

  32. Son derece feminizm kokan yazı. olaylar ancak bu kadar çarpıtılabilirdi belki de. yapımcı çıkartmak istiyordu bahane buldu vs. size ne kardeşim sırf dişi hüviyetinden dolayı diziden ayrılmak zorunda kaldı sanıyorsanız ezgi’nin çok yanlış yoldasınız.

    • seninki de son derece erkek egemen bakış açısı ile yazılmış ama cem. belki de empati yapabilmek ve olaylara farklı perspektiften bakabilmek için, oradaki kız (ezgi asaroğlu) yerine anneni veya kız kardeşini/ablanı, sevgilini koymalısın. düşün bak, aynı şeyin onların başına geldiğini düşün.

  33. Ezgi Asaroglu'nun avukatının basın açıklaması! (Röportajı bu açıklamadan daha sonra vermiş.)

    Müvekkil Ezgi Asaroğlu’nun maruz kaldığı şiddet kamuoyunda geniş bir şekilde yer almıştır. Olay hakkında Leyla ile Mecnun dizisinin yapımcısı olan Eflatun Film şirketi gerçek dışı olaylar nedeniyle, 28.9.2011 tarihinde müvekkilimin sözleşmesinin fesih edildiğine dair bir açıklama yapmıştır.

    Bilindiği üzere yapımcı Eflatun Film beş gün önce Beste Bereket’in de jüri üyesi olduğu Adana Altın Koza Film Festivali’nde ödül almıştır. Basında genişçe yer alan bu olaylar nedeniyle, ödülün kamuoyunda yeterince yer almaması Eflatun Film’de rahatsızlık yaratmıştır. Ancak bu durum, müvekkilimin haklarına zarar verecek nitelikte olamaz. Bu nedenlerle, olayı adalete intikal ettiren ve hiçbir şekilde beyanat vermeyen müvekkilim adına aşağıdaki açıklamaları yapma gereği hâsıl olmuştur.

    Öncelikle, 22.9.2011’de gerçekleşen olay hakkında, tarafımızdan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde darp raporları ile birlikte 2011 / 135723 no ile şikâyette bulunulmuştur, gerçekler bu soruşturma neticesinde ortaya çıkacaktır, o nedenle yargıya intikal eden bu hususta detaylı açıklamada bulunmuyoruz. Ancak olayların bu şekilde gelişmesi ve yapım şirketinin adil davranmaması sebebiyle tüm set ekibi önünde gerçekleşen olayın ana hatlarını açıklamak zarureti hasıl olmuştur.

    Olay sabahı dizi setinde Beste Bereket müvekkilimin yanına gelerek asılsız ithamlarda bulunmuştur, müvekkilimin yüzleştirme talebi üzerine tartışma sona ermiştir. Birkaç saat sonra Ushan Çakır büyük bir hınçla gelmiş ve hiçbir tartışmaya girmeden doğrudan müvekkilime saldırmıştır. Burada belirtilmesi gereken en önemli husus, müvekkilimin daha önce Ushan Çakır ile hiçbir şekilde en küçük bir sorununun olmamasıdır.

    Kadına karşı şiddetin Türkiye’de önemli bir sorun olduğu bilinmektedir. Savcılığa intikal ettirilen olayda da, savunmasız, zayıf olan ve saldırgana karşı fiziksel olarak müdahale etme şansı bulunmayan bir bayana saldırılmış ve mağdur edilmiştir. Müvekkilimin yaşadığı şiddeti genelde algılandığı gibi yalnızca “fiziksel zarar” ile açıklamak yeterli değildir, ruhsal anlamda da halen kalıcı etkilerini yaşamaktadır. Bu olaylar üzerine birde yapım şirketinin haksız feshi ve açıklaması da müvekkilimi derinden etkilemiştir. Yapım şirketinin haksız olan fesih yazısı henüz tarafımıza ulaşmamıştır, bu yazı ulaştığında gerekli hukuki haklarımız kullanılacaktır.

    Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

    Ezgi ASAROĞLU
    vekili
    Av. Dr. Hakan ÖNCEL

  34. Ezgi Asaroglu'nun olayla ilgili tek röportajı!

    İkiyıl önce senaryosunu Onur Ünlü’nün yazdığı ‘Acı Aşk’ filmi için röportaj yapmıştık Ezgi Asaroğlu’yla. İkinci buluşmamız da iki ay önce Onur Ünlü’nün yapımcısı ve yönetmeni olduğu ‘Leyla ile Mecnun’ dizisi içindi. O röportajda Ezgi, “Sette çok eğleniyoruz. Muhteşem bir arkadaşlık var” demişti gözlerinin içi parlayarak… Ancak 11 gün önce setten inanılmaz bir haber geldi. Dizide Arda karakterine hayat veren Ushan Çakır, Ezgi Asaroğlu’nun boğazını öyle bir sıkmıştı ki, nefesi kesilen Ezgi hastanelik olmuştu.

    Ezgi’ye o günlerde ulaşmak mümkün değildi. Birkaç gün sonra yapım şirketinden Çakır, Asaroğlu ve olaya adı karışan Beste Bereket’le dizinin yollarının ayrıldığına dair açıklama geldi. Asaroğlu da bir basın açıklaması yaptı. Ama olayın tam olarak ne olduğu bir türlü anlaşılamadı. Önceki gün hem geçmiş olsun dileklerimi sunmak hem de yaşananları öğrenmek için Ezgi’nin evinin bahçesinde buluştuk. Bu defa karşımda güler yüzüyle duran Ezgi’den eser yoktu. Vücudundaki darp izleri hâlâ duruyordu. Ama onun ilgilendiği ruhuydu. Çünkü olayı anlatırken adeta yaşıyordu. Ezgi’nin söyleyecek çok sözü vardı. O nedenle bu röportajı ikiye böldük. Bugün olayın perde arkasını, yarın olayın ardından yaşananları okuyacaksınız…

    – Ezgi, şu olayı aydınlatalım. Geçmişte aranızda ne yaşandı ki Ushan Çakır seni darp etti?

    Ushan’la o güne kadar aramızda en ufak bir gerginlik bile yaşanmadı. Hatta beraber olduğumuz sahnelerde huzurlu çalışıyorduk. Olayın yaşandığı 22 Eylül Perşembe sabahı asıl gerginliği Beste Bereket’le yaşadık. Beste, daha önce benimle moral bozucu konuşmalar yaptığı için biz zaten bir süredir konuşmuyorduk. Profesyonel olarak işimizi yapıp hayatımıza devam ediyorduk. O sabah set karavanına gelerek benimle konuşmak istediğini söyledi. Ben kabul etmedim. Çok ısrar etti. Bunun üzerine “Ne hakkında konuşacağız?” diye sordum. “Dışarıda kimsenin duyamayacağı bir yerde konuşmak istiyorum” dedi. Açıkçası uzun zamandır nedenini anlayamadığım bir şekilde bana kötü davrandığı için özür dileyeceğini zannettim ve karavanın uzağına gittik.

    – Beste Bereket’le aranızdaki sorun neydi?

    Sebebini ben de bilmiyorum ve hiç anlamadım. Aramızda bir gerginlik vardı. Babam ALS hastası ve bir aydır yoğun bakımda. Kafamı yormam gereken başka dertlerim vardı. Bu gerginliğe hiç takılmadım.

    – Olay gününe dönelim. Karavandan uzaklaştınız ve Beste Bereket sana ne dedi?

    Bana, “Ushan ve benim hakkımda konuşuyormuşsun. Ben bunları duyuyorum” dedi. Ben de hiçbir şey konuşmadığımı söyleyip muhabbeti bitirmek istedim. Ama o ısrarla “Konuşmuşsun, duyuyorum. İnsanlar seninle dalga geçiyorlar” diye gerginlik yaratmaya devam etti. Artık dayanamayıp “Sen, Ushan ya da ilişkiniz beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Benim düşünecek daha önemli şeylerim var. Konuşmadığım için kendimden eminim. Herkesle yüzleşebilirim. Kim onlar?” diye sordum. Cevap veremedi. Ardından da, “Bu Ushan’ın kulağına giderse, o benim kadar kibar olmaz. Çok sert olur” dedi.

    – Olay nasıl cereyan etti?

    Beste benimle konuştuktan birkaç saat sonra Kireçburnu’ndaki çekimimiz bitti. Pasta almak için fırına gittim. O sırada Ushan sete gelmiş ve herkese benim nerede olduğumu sormuş. Fırından çıkmış sete doğru giderken Ushan’ın bana doğru geldiğini gördüm. Çok gergindi ve “Konuşmak istiyorum” dedi. Ben de sabah yaşananlar nedeniyle, “Konuşacak bir şey yok” dedim. Önümde durdu ve konuşmak için ısrar etti. Açıkçası kendini zor tutuyor gibiydi. Bu tavrından huzursuz oldum. Ushan’ın arkasında setten iki kişiyi gördüm ve yardım istemek için baktığım sırada boğazıma yapışan parmakları hissettim. “Sen benim kız arkadaşıma nasıl…” lafıyla beni kaldırıma düşürdü. Parmakları boğazımı öyle sıkıyorduki… Olayla ilgili hatırladığım en güçlü his bu. Etrafımızda onu ayırmak isteyen insanlar olduğunu hatırlıyorum ama benim başından beri mücadele gücüm yoktu ve çok çaresiz kalmıştım.

    – Ushan Çakır’ın elinden kurtulmaya çalışmadın mı?

    İnsanların sesleri bana uzaktan geliyor gibiydi. Nefes alamadım, gözlerim kaydı. Gerisi net değil. Birileri beni panikle yerden kaldırmaya çalışırken sürüklendiğimi hatırlıyorum. Kendimi içeri atar atmaz ilk aklıma gelen can güvenliğimin olmadığı ve ölüm korkusuydu.

    – Bu, bir anlık patlama mıydı?

    Ushan sete gelir gelmez beni aradığı için, bunun anlık bir öfke olduğunu düşünmüyorum. Aramızda hiçbir konuşma geçmediği için bunu bir tartışma veya kavga olarak da görmüyorum. Bu bir dayak da değil bence çünkü ortada tokat ya da tekmeleme yok. Direkt boğazımı sıkıp, nefesim kesilene ve bedenim kendini bırakana kadar parmaklarını bir an olsun gevşetmedi. Ölüyordum… Hayatımda ilk kez ölümle burun buruna geldim. O korkuyu hâlâ üzerimden atamıyorum.

    ‘GERGİNLİĞE RAĞMEN İŞİMİ YAPTIM’

    – Beste Bereket seni tehdit mi etti?

    Evet, ben daha fazla konuşmak istemediğimi söyleyip karavana doğru yürüdüm. Ama o devam etti ve setin ortasında “Eğer konuştuysan, seninle bir doktora gidelim, tedavi ol” dedi. Ben de daha fazla terbiyesizleşmemesini söyledim. Settekiler ikimizi de ayrı ayrı köşelere çektiler. Beste bana bakmaya devam ediyordu. Ben “Bu yaptığın ikiyüzlülük” dedim ve oradan uzaklaştım. Geri döndüğümde karavandaydı. Ben, aramızdaki gerginliğin işimize yansımaması için profesyonelce işimi yapmaya devam ettim.

    – Peki, olay sırasında setten hiç kimse müdahale etmedi mi?

    Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Sonra dan anlatılanlara göre setten en az dört kişi Ushan’ın parmaklarını boğazımdan ayırmaya çalışmış. Hatta setten biri ayırmaya çalıştığı sırada aldığı darbelerle birkaç gün ağrı çekmiş. Dediklerine göre parmaklarını ayırmayı bir türlü başaramamışlar. Hatta yakınlardaki bir balıkçı da olayı görür görmez yardım için koşmuş.

    – Sen Ushan Çakır’ın ellerinden kurtulduktan sonra ne yaptın?

    “Burada can güvenliğim yok” diyerek hemen menajerim Müge Ulusoy’u aradım. O geldiğinde Ushan’ı çoktan eve göndermişlerdi. Sakinleşmem ve kendime gelmem bir süre aldı. Sonra hemen darp raporu almak için menajerimle beraber en yakın devlet hastanesine gittik.

    – Peki, dizinin yapımcısı Onur Ünlü durumu öğrenince ne yaptı?

    Olay yaşanırken yapımcılar İstanbul’da değildi. Adana Altın Koza Film Festivali için Adana’daydılar. Yapımcılar benimle ilgili bilgi almak için o gün menajerimle konuştular. Üzüntülerini dile getirip yanımda olduklarını, böyle bir şeyin kabul edilemez olduğunu söylediler.

    – Ama günlerce bir açıklama yapılmadı. Neden beklediler?

    Olay, perşembe günü yaşandı. Yapımcıların pazartesi günü İstanbul’da olacaklarını bildiğim için bekledim. Çünkü onlar da emek verdikleri bir filmin ödül törenindeydiler ve bu talihsiz olayla onların da mutluluklarını gölgelemek istemedim. Zaten darp raporu sonrası adli tıp sevkiyle psikiyatr servisine de gönderildim. Kendime gelmeye çalışıyordum. Ama pazar sabahı haber basına yansıdı.

    – Basına olayı kim yansıttı?

    Olayı gören birinin anlattığını düşünüyorum, çünkü o an detaylarıyla tarif edilmişti. Ben bile bu kadarına vakıf değilim, okuduklarımdan olay anında kendimi dışarıdan görmüş gibi oldum. Haber sonrası benim, menajerimin ve annemin telefonu bile devamlı aranıyordu. Çünkü bir süre önce yoğun bakımda olan babama acil kan gerekli olmuştu ve annemin numarasını herkese dağıtmıştım.

    – Ailen olaya nasıl tepki verdi?

    Babam zaten yoğun bakımda. Annemi yasal süreçte olduğumu söyleyerek sakinleştirmeye çalıştım. Ama haber çıkınca bu durum beni çok zorladı.

    ‘RUHUMU TAMİR EDEMİYORUM’

    – Çıkan haberlerin ardından Eflatun Film’den beklenen açıklama geldi ve seninle de yollarını ayırdıklarını söylediler. O anda ne hissettin?

    Olayın en başından beri haksızlığa uğradığımı düşünüyorum. Her şeyden önce olay gününden sonra hiç kimse beni durumumu öğrenmek için bile aramadı.

    – Olaydan tam 10 gün geçti. Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?

    17 yaşından beri bu sektörün içindeyim. Bugüne kadar hiçbir zaman özel hayatımla gündeme gelmedim. Hele ki böylesine onur kırıcı, nahoş bir olayla gündemde olmak asla istemeyeceğim bir şeydi. Bedenimdeki morluklar geçmeye başladı ama ruhumdaki yaraları o kadar kolay tamir edemiyorum. Kamuoyunun gerçekleri bilmesi ve hakkımdaki yanlış değerlendirmelere açıklık getirmek amacıyla sadece sana anlatmak istedim Oya.

    – Ezgi olayı anlattın ama başka bir iddia var. Ushan Çakır ve sen eskiden sevgiliymişsiniz. Ancak Çakır senden sonra Beste Bereket’le birlikte olunca sette onları kışkırtmışsın…

    Hayır, yok öyle bir şey.

    ‘ONUR ÜNLÜ BENİ HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI’

    – Bir basın açıklaması gönderdin. Ancak orada Beste Bereketin Altın Koza Film Festivali’nde jüri üyesi olduğunu ve kendi dizisinin yapımcısı Onur Ünlü’nün de ‘En İyi Film’ ödülünü kazandığını ilk cümlende belirtmişsin. Bu cümlelerle ödüllerde torpil yapıldığını mı ima ettin?

    Ödül töreninde bir haksızlık olduğunu asla düşünmedim. Çünkü ben de bu diziye en başta Onur Ünlü olduğu için başladım. Ama en büyük hayal kırıklığını da onun tutumuyla yaşadım. Söylemek istediğim, film festivaliyle ilgilendiği kadar benimle ilgilenmemesi ve olaya çok duyarsız yaklaşmasıydı. Başıma gelen olayın çok ciddi ve utandırıcı olması benim ayıbım değilken, bu olayın festivali gölgede bıraktığını düşünmesi beni çok üzdü. Olayın diziye zarar vermesini istemedikleri için davamı geri çekmemi istediler. Kabul etseydim, işime devam edecektim. Yani oyuncu kimliğimin devam edebilmesi için kadınlık kimliğimden vazgeçmem istendi.

    ‘DİZİDEKİ OYUNCULAR YANIMDA OLMADI’

    – Oyuncular Sendikası neden yanında olduğunu açıklamadı?

    Sendika ilk günden beri ilgiliydi. Geçmiş olsun demek için de ziyaretime geldiler. Birçok sanatçı, yönetmen, yapımcı ve medya mensubu olayı duydukları ilk günden itibaren beni desteklediler ve haklı davamda yanımda olduklarını söylediler. Beni güçlü tutan buydu. Beni üzen kendi dizimizdeki oyunculardan kimsenin yanımda olmamasıydı. Arayan
    birkaç kişi de davadan vazgeçmemi isteyen aracılardı.

    ‘USHAN’I AFFEDEMEM’

    – U. Çakır senden özür dilediğini açıkladı. Özrü kabul ediyor musun?

    Olay yaşandı ve bitti, geri alınması mümkün değil. Ben bir kadın olarak istesem de özrünü kabul edemem. Ancak olayı doğrularıyla açıkladığında belki o kendi kendini affeder.

    – Bundan sonra ne yapacaksın?

    Davam devam ederken, gelen teklifleri değerlendirip, mesleğime devam edeceğim.

  35. ‘Olayi magazinlestirdi’ en az dizi kadar ABSURD bir aciklama… Olayi magazinlestirmek ne demek yaa?. Bi kere bu bir magazin degil, haber degeri tasiyor, kadina yonelik siddet oyle cok artti ki!
    Ben Ezgi’nin yerinde olsam neler yapmazdim kiiii… O yine cok klas bir sekilde yapiyor. Beste’nin azmettirdigini soylemekle mi magazinlestirmis oldu? Ne yapacakti baska? İnsanı suc zapteder, kizin bi sucu yok ki sussun! Geciniz bunlari… Ezgi’nin asil kovulma nedeni, Onur Unlu’nun pek sevdigi arkadasi Beste’nin gercek yuzunu ortaya cikarmasidir. Yapimcinin da magdur olan oyuncumuzun her zaman yanindayiz demesi gercekten absurdlugun daniskasidir! Ayni sey Ushan icin de gecerli hem olduresiye dov hem de ozur dile. Dua etsin insan icinde olmus da, kizi oldurup katil olmamis!

kardelen için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir