Çarşamba , 6 Aralık 2023

Aysun Ellidokuzoğlu

Bilgi Çağında Kurbağa Sıçrayışı Meselesi

Bu çağda her şeyi “çağ” kelimesiyle tanımlıyoruz. Zira farkında değiliz ama internetten çok daha önemli bir buluş olduğuna inandığım sosyal ağlar, alışkanlıkları, zevkleri, inançları, hatta tarihi, coğrafyayı, edebiyatı değiştirdi. Bir gizli fetih de denebilir buna. Evlerimizin içine aldığımız internet bağlantısı bir Truva Atı gibi, içinde ne sakladığını bilmeden gönüllü olarak kullanıyoruz, yan etkileri nelerdir hiç umursamadan hem de. Ne diyordum efendim: Çağ! Bir çağ atladık, haberimiz yok. Sıradan insanın da aydın, entelektüel, gurme, üstad, duayen olma fırsatı ortaya çıktı. Sıradan derken, yeteneği olmayan, hiçbir ilginç özelliği olmayan, Zincirlikuyu metrobüs durağında bize omuz atacak herhangi bir insandan bahsediyorum. Yepisyeni bir çağın içindeyiz ve henüz neler başarabileceğimizin de tam olarak farkında değiliz. Yani aslında şartlara bakarsak, herkes her şeyi bilebilir.  Doğru. Bilgiyle aramızdaki okul, hoca, kaynak… gibi aracılar devreden çıkarıldı. Yani bilgi çıplak, bilgi kabuksuz, bilgi sınırsız. Haliyle bilginin bu teslimiyeti herkesin her şeyi bilmek zorunda olduğu gibi bir beklentiyi de beraberinde …

Devamı »

Çok Amaçlı Mekanizmalara Giriş

Efendim bilen bilir diye başlayan yazıları çok severim, bilene selam çakar, bilmeyeni meraklandırır. Hele modern çağlarla şu şöyledir bu böyle, dediğinde yazar, modern olmayan çağları da görmüş olduğunu şık bir şekilde aktarmış olur. Evet, ben de böyle bir şey yapacağım, derken evvela benden önce bu tip yazı yazmış kişileri referans alıp, hani bir suç işliyorsam cezayı hafifletmiş olacağım, yok eğer zaten hoş bir eylem içindeysem gönül rahatlığıyla ikinci paragrafa geçebilirim. Her işe yarayan makineler fikrinin asgari ücretle çalıştırdığı işçiye ne iş olsa yaptırırım, parayı ben veriyorum nasılsa diyen paragöz patronlar tarafından bulunduğunu düşünmekte haksız sayılmam. Bilgisayarın telefon, telefonun müzikçalar, müzikçaların ses kayıt cihazı olduğu bir dünyada bir insanın tek bir işe, eyleme, organizasyona, bilim dalına odaklanması da saçmalık gibi görünüyor. Herkes aynı anda birçok işte usta, artırıyorum üstat olabiliyor artık. Referansımız cep telefonlarımız: aynı anda on ayrı şey olabiliyorlar. Fakat iki göz bile aynı anda iki ayrı yere odaklanamıyor, insanlar …

Devamı »

Göreve Çağrı

kimdir-bu-sosyal-medya-uzmanlari-ne-is-yaparlar-

Çok değil, yani yüz elli yıl bile olmadı, psikoloji ve sosyoloji, modern ve mecazi mezbahalar olarak insanı kesip parçalama, kategorilere ayırıp etiketleme gibi acımasız eylemleri bir katliam gibi görmemizi engelleyen gerekli hafifletici sebeplere sahip iki garip bilim dalı olarak üniversitelerde yerlerini aldılar. Belki bu acımasız tanım psikolog ve sosyologların tepkisini çekecek fakat durum tam olarak böyle görünüyor dışarıdan. Bu bilimlerin ışığının henüz ulaşmadığı yerlerdeyse ayrım çok daha adaletsiz ve neredeyse gerçek bir mezbaha tadında yaşanıyor. Önyargılar, arkayargılar, yargılar da yargılar… İçinde doğmuş bulunduğu maddi-manevi şartların yanında eğitim ve çevreyle şekilleniyor insan. Sonra? Sonra sadece kendine benzeyenleri içine aldığı bir fanusta ölüm onu alana dek yaşıyor… Sosyal ağlar -bana göre- her türlü yanlış anlamayı yok edecek bir şeffaflığa sahip. Yani aynaya yansımış bir aşırı akıllı telefon görüntüsü, telefonun kılıfı, arkadaki banyo fayansının pırıltısı aşağı yukarı dürüst bir profil çizebiliyor. Yediği, içtiği, dinlediği, okuduğu, gittiği, gezdiği, dahası bilmediği, gitmediği, gezmediği, hayal ettiği… …

Devamı »

Duygu Bizim Neyimiz Oluyor?

  Son zamanlarda genç, yaşlı birçok kişide rastlayabileceğimiz modernizmin leş kokusu tüten tehlikeli bir hastalık dolanıyor ortalıkta. Belki kablosuz ağlardan, belki otomatiğe bağlanmış cümlelerden, belki yediğimiz içtiğimizden, belki okuduğumuz yazdığımızdan ötürü, belki de günün, çağın gereği olduğundan: duygulanamıyoruz! Sözlerimiz var, havaya saçıp çarçur etmediğimiz, bir yerlere yazıp bıraktığımız –toplanıp kitap olacak kesin- o edebiyat harikası, e tabii ki yüksek ilhamla bezenmiş ilahi tınılı sözlerimiz var… Peki ya duygu, duygu var mı? Ardında güzel söz bırakmak için önce güzel bir ruha sahip olmak gerek, güzel bir ruh için de duygularımızın tazeliğini yitirmemesi tabii. Fakat maalesef modern ve internetli zamanlar insanın hareketlerinden, hatta düşüncelerinden ziyade duygulanım kalitesini değiştirdi. Bu durum klavye başında “mutluyum” yahut “mutsuzum” yazmakla ilgili değil. Bu durum “evleniyorum” yahut “yalnızım” yazmakla ilgili değil. Aynı dakika içinde iki ayrı kişiye “Başın sağolsun” ve “Allah tamamına erdirsin”i peşpeşe yazmakla da ilgili değil. Üzüldüğünde üzgünüm iki nokta üst üste ve peşpeşe yedi …

Devamı »

Scooby Doo’dan Alemdar’a Evrilme Süreci

Bana göre Türkiye’de internet iki döneme ayrılır, yani belki resmen ayrılmamıştır ama şahit olduğum kadarıyla ayırayım: Sırlı ve Gizemli Dönem. Açık ve Afişe Dönem. İlki çevirmeli ağ zamanlarına denk gelir ki Türkçe site namına girecek, okuyacak, takılacak cazibede bir yer yoktu sanal alem denen yerde. Keşif zamanlarıydı. Kullanıcılar olarak ürkektik. Karanlık bir mağarada grubun sonunda kalmış bir Skubi Du gibiydik, her an bir hortlak çıkabilirdi karşımıza. Her an evimizin adresini öğrenip evimizi basabilirdi katiller! Klavyede yazmayı yeni yeni söküyorduk. Tabii alışmışız büyükbabamızın F klavyeli daktilosuna, bilgisayarın Q klavyesi o kadar garip geliyordu ki. Harflerin yerini ezberle, internet jargonunu öğren, öğrendikten sonra cümle içinde kullan, bağlantını koparmadan iletişime geç, mailleş, chatleş… Mail adresi olmadan birilerine mail atmaya çalışmalar,  adres alırken yapılan yazım hatasını bir ömür taşımalar… O dönemin en önemli özelliği kendin hakkında az bilgi vereceksin, adını bile söylemeyeceksin, söylemişsen de daha fazla ayrıntıya girmeyeceksin. Ne kadar az sen, o kadar …

Devamı »

Twitoterapiye Giriş Mahiyetinde

Dünya miniminnacık bir kasabaya dönüşeli çok olmadı. Gerçi bu ifade bilmem kaç milyar kere zikredildi fakat hala manası anlaşılamadı. -Mecidiyeköy’de oturan bir adamı Söğütlüçeşme’de görmekle dünyanın küçük olduğunu ispat edenler metrobüsü bilmeyenlerdir.- Dünya sahiden de küçük. İnternet dünyası mı? İşte o köy dediğimiz, kasaba dediğimiz dünyanın da katbekat küçüğü. Öyle bir alan ki, her an herkesle karşılaşabilir, her türlü sırrımıza istemediğimiz kadar ortak bulabiliriz. Sosyal ağ paylaşımları o eskiden bildiğimiz “sır” anlayışını da kökünden değiştirdi. Şimdilerde sırlarımıza şahitler aramak, iç dünyamızın hastalıklı sayıklamalarını bambaşka evlerdeki binlerce kulağa, fısıldamak ne kelime, bas bas bağırmak için fırsat kolluyoruz. Sosyallik bunu gerektiriyor zira; ne kadar şeffaf, o kadar samimi. İnternet bir köyden de küçük, bir sokak yahut bir ev ise şayet, facebook salonu, instagram mutfağı, twitter da banyosudur. Genel kullanıcıyı göz önüne alırsak, aileyi, arkadaşları ağırladığımız facebook’ta hem samimi, hem geleneksel bir tavır takınıyoruz ister istemez. Fotoğraflar güzel, yazılanlar  canımlı cicimli… Twitter’a gelince, …

Devamı »

Müstear İsimle Yürek Yeme Sanatı

Müstear isim, yani halihazırda varolan saygınlığın korunması için sığınılan o cüretkar limandan bahsetmek istiyorum biraz, varolan takma adlarımın hepsini bir bir masanın üzerine yayarak tabii. Ne işe yarar müstear isim? Gerçekte olamadığımız kadar cesur mu yapar bizi? Yoksa terbiye sınırlarını aşmamız için gerekli vize damgasını mı vurur alnımızın ortasına? Devlet görevlilerine fütursuzca küfretmemizi mi kolaylaştırır? Maske midir? Peki o maskenin arkasında olan gerçekte biz miyiz yoksa büründüğümüz maskenin rengine göre söylemlerimiz de değişiyor mu? Eski yazarlar daha çok para kazanmak için daha çok yazmalıydılar, şimdiki reklam anlaşmaları nerdee! Panolarda gofretle kitap reklamı yan yana değildi tabii eskiden,  -kitaplar gofretten değildi-, hatta kitabın reklamı dilden dile dolanarak yapılırdı, dahası şimdiki gibi odak “yazar” da değildi. Haliyle kaç kuruş kazansın gariban yazarlar, takma adlara yaslanacaklardı tabii, Server Bedii’nin evinde oturduğunu söyleyen Peyami Safa gibi… Peki ya sade vatandaş? Neden takma bir isim seçiyor kendine? Birçoğumuz gerçek adımız ve soyadımızı sosyal medyanın kirli …

Devamı »

Hızlı ve Özetli

Herhangi bir fikrin yahut tespitin yahut icadın güncellik süresi çok kısaldı. Bu da kısa, küçük, anlık ve çok paylaşıma yönlendirilmek demek. Her geçen gün daha çok kelime, daha çok cümle, daha çok fotoğraf yiyerek büyüyen bir canavarın gönüllü aşçılarıyız, pişirip pişirip döküyoruz ortalığa. Birileri, yani fikirlerimizi ve tespitlerimizi sağa sola fütursuzca saçmamız için bizi yönlendiren mucitler de yepyeni mecralar açarak bağımlılık çekmecemize vazgeçemeyeceğimiz klasörler ekliyorlar. Hayır, bağımlılık eleştirisi, rehabilite tavsiyesi içerikli bir şeyler yazmayacağım, fakat gözümüzün önünden akan fotoğraf ve cümle yığınından beklediğimiz enerjiyi günlük hayattan da bekleme zavallılığından bahsedeceğim. Günümüzü anlatan en popüler ve en işe yarar slogan nedir diye sorsalar hiç tereddütsüz “Özet geç” diyebilirim. Kimsenin kimseyi dinleyecek saniyesi bile yok. Bu vaktin ne kadar değerli bir “şey” olduğunu anladığımızın bir ispatı değil, aksine “kendi”mizin çok değerli olduğunu düşündüğümüz için böyle hızlı yaşıyoruz, hızlı ve düşüncesiz. Dakikalarımız bizim, dolayısıyla kimsenin bu kıymetli alana girmesini istemiyoruz.  Saatlerce oyun oynayabiliriz …

Devamı »

Yazı Bilmez Katipler Devri

Yazmayı ne zaman öğrendin sorusuna normal zekalı bir insan “birinci sınıfın ikinci haftasında harflere geçtiğimde” diye cevap verse yalan olmaz. Çünkü harfleri, kelimeleri öğrenmekle, onları tahtadaki gibi birebir taklit ederek deftere geçirmekle yazı yazmış olduğuna inanılır. Yaptığının aslında bir temrin olduğunun farkına varmaz insan. İlk kompozisyon ödeviyle karşı karşıya kaldığında devreye komşunun iyi yazan liseli kızı girmese, belki kendini çok daha iyi ifade edebilecekti fakat maalesef panikli annesi buna hiç fırsat vermedi, hiç! Zaten sonra da kalemin yalnızca test şıkkı işaretlediği bir sürece girdi ki, soruların cevabı haricinde hiçbir şeyi düşünmeye vakti ve iştahı kalmadı. Peki bunca olumsuzluğun arasında ne ara fikir üretip paylaşır oldu bu normal zekalı otomatik portakal? Sosyal medya mecralarından herhangi birine üye olduğu anda mı? Kendine ait bir yaz tatili anısını kompozisyona çevirmekten aciz biri nasıl oldu da cümlelerin sultanı oldu? Ne düşünüyorsun sorusundaki kışkırtıcılık, senin görüşüne muhtacız, lütfen feyz almamız için bize bir fırsat ver …

Devamı »

Tedirgin Bir Merhaba

  Ömrümüzü, vaktimizi, kelimelerimizi, cümlelerimizi, fikirlerimizi ipotek altına alıyor üyelik sistemini başlattığımız her sosyal ağ, farkında mıyız? Her gün girip ortalığı kolaçan etmiyorsak, gündemle ilgili önemli olduğu ilan edilmiş kişilerin yorumlarını okumuyorsak, sonunda da olup biteni dehamızın mükemmel imbiğinden süzüp birkaç hikmet katresi aktarmıyorsak takipçilerimizin taymlaynına, öldüğümüzü zannediyorlar. Ölsek bile, son yazdığımız kelimelerde bir ölüm, bir veda, bir hüzün arayan otopsiler yapıyorlar manşete taşımak için…   Ölmediğimi göstermek için günde en az bir kere üyeliğimin bulunduğu ne kadar sosyal ağ varsa girerim, herbirine en az bir cümle bırakıp  hayatta olduğumu ispat ederim. Bu bir alışkanlık mı, bağımlılık mı bilemiyorum, ikisi de olabilir, fakat bambaşka bir yere de bağlanabilir, nereye mi: Toplu Halde İp Atlama Sendromuna.   Hani bahçenin bahçe, çocuğun çocuk yıllarda toplu halde ip atlanırdı ya (ipi bile nostaljik bir unsur gibi tanıtacak devirleri de gösterdi Rabbim, hayrolsun), sıra sana geldiğinde boş bir anınsa atlayamazdın, derin derin nefes alıp …

Devamı »