Matem, insanın kendine akıttığı gözyaşı, kendine giydiği kara bir libastır aslında… Ölüm bir derede, bir çayda akan suyun akışkanlığından daha gerçek, yarının geleceğinden de şüphesiz iken, insan alışamaz nedense ölüme! Fakat ölüm, hep şaşırtıcı ve korkutucu olmamış mıdır insanlar için? Herkes, yerkürenin döndüğü, haftaların yedi gün olduğunu, gelinciklerin hep baharda açtığını düşünür fakat bu noktada ölümü yaşadığını unutur istisnasız. Hep doğarak nefes alan insan dünya ile tanışır ve nihayetinde de ölür sonunda… Ölüm dediğimiz şey bunca doğalken ve böylesine popülerken, insanın bu duruma alışamaması kafalarda ciddi bir sorun teşkil etmeli aslında. Hâlbuki yedibin yıldır başkalarının ölümüne alışmalı ve alıştırmalı değil miydi küçük kıyamet adl ettiğimiz kendi ölümüne… Aslında matemler, alışılmamış ölümlerin süsüdür sevgili okuyucu. Fakat matem ölüye değildir de insanın kendi aczine, kendi yoksulluğuna ağlayışıdır. Yani, bir ölü kendisine matem yakıldığını duyabilse eğer, inanın matemden iğrenirdi belki de. Onun için matem ölünün değil, ölü sahibinin serinliğidir… Evet, ölümün karın ağrıtan, …
Devamı »