Yıllarca ağzımızdan düşüremediğimiz “batının iyi yanlarını almak gerek” tümcesini eyleme geçirebildik mi? Geçirebildiysek ne kadar?
Daha çok televizyon ve gazetelerle şekillenen düşünceler, artık sosyal medya ile etkileniyor. İnsanlar etkilenmekle kalmayıp etkileyebilme gücünü gösterebiliyor. Sosyal medya araçlarına insanların kolayca ulaşabilmesi ve yön verebilmesi, insan yaşamına sağladığı yararlar kadar toplum yaşamını değiştiren, kabullenmekte zorlandığımız davranış kalıplarına yol açıyor.
İnsanların sosyal medyaya alışmaları kadar ona bağımlı olmaları da hızla oldu. Beraberinde gelen değişimler toplumda düşünülmesi gereken sonuçlara yol açtı. Yararlarını görmezden gelemediğimiz sosyal medyanın bizlerdeki zararlı etkisine çabuk alıştık.
Sürekli takip etmenin yarattığı bağımlılık sonrası, insanlar biraz olsun bu araçlardan uzak kaldığında bir “merak” içine düşüp, “hayattan bir şeyler kaçırıyorum” düşüncesi ile bulunduğu durum ve ortamdan rahatsız olmaktadırlar. Öyle ki, kısacık bir otobüs yolculuğunda bile gözlerin, ellerde tutulan küçücük ekranlarda kaybolduğunu görebiliriz.
Sosyal platformların sağladığı bilgiye kolayca ulaşabilmesi, insanların bu bilgileri hunharca kullanmalarına yol açıyor. Kolayca tüketilen bu bilgilerin üzerinde yeteri kadar düşünmekten geçelim de hayata yeni bir fikir katabilmek zor geliyor.
Değişerek gelişmekten çok, değişerek çelişmeye başladık. Paylaşılan haberlere kayıtsız kalmamak adına herhangi bir ölüm, kayıp haberi “like” edilebiliyor, yakınlardan birinin vefatı sosyal ağlardan sunulan taziyelerle “oldu bitti”ye getirilebiliyor. Daha da kötüsü; en yakınını kaybedenler bile, bu durumu o günün akşamında Facebook duvarında paylaşabilme gücünü kendinde bulabiliyorsa, sosyal medyanın insan üzerindeki hâkimiyeti burada ortaya çıkıyor.
Doğum günleri ayrı bir muamma. Sosyal ağlar üzerinde yüzlerce arkadaşın kutladığı yıldönümü evde tek başına geçirilebiliyor. Ne de güzel bir hediye…
Bununla birlikte temelinde bir sosyalleşme aracı olarak karşımıza çıkan sosyal platformlar amacının dışında anti-sosyal kişiliklerin oluşmasına ortam hazırlıyor. Gerçek hayatta, kendini ifade edemeyen içe kapanık kimseler, sosyal ağlarda kendilerini gösterme gayretine girmekte ve sosyalleşmeye yönelik arayışlarını sosyal ağlarla bastırmaya çalışmaktadırlar. Bu durum onları gerçek hayattan daha da soyutlayıp, sosyal ağlara bağımlı bir kişilik kazanmalarına sebep olmaktadır.
Sosyal ağların insanlar üzerindeki etkilerinden bir tanesi olan beğenilme dürtüsü, insanlara günlük hayatında sürekli olarak beğenilmesi, takdir edilmesi gerektiğini de aşılamaktadır. Ve toplum psikolojisini derinden etkileyen bir başka konu sosyal mecralardaki arkadaşların imrenilecek birer yaşam kesitleri sunması, takip edenlerin aynı hayatı yaşayamamaları onları depresif boyutlara sürüklemektedir. Ve bunun eseri olarak; insanlar olmadığı yerlerde, yaşamadığı hayatı, hissetmediği mutlulukla sergiliyorlar.
Tüm bunlarla birlikte sosyal mecralar, doğru kullanıldığında insanların kendilerini en iyi şekilde ifade edebilmesini, kendini geliştirmesine, sosyalleşmesine, fikirlerini savunabilmesine olanak sağlamaktadır.
Hayatımızın kaçınılmazı olan sosyal medyanın yeri daha da büyüyecek. Sosyal platformları gerçek yaşamdan kopmadan, ilişkilerimizi sanallaştırmadan kullanmamız gerek.