Fethullah Gülen hareketi/cemaati neticede “nurculuk” diye bilinen cemaat yapılanmasının bir devamıdır. Ve fakat geldiğimiz noktada “nurculuk” geride kalmış Fethullah Gülen ve ona bağlı müntesipleri ön plana çıkmıştır. Kaba olarak “nurculuk” diye tarif ettiğimiz cemaatin merkezinde “Said Nursi ve külliyatı” varken Fethullah Gülen ve müntesiplerinin merkezinde sadece Said Nursi ve külliyatı yoktur. Yani sadece ve sürekli külliyat okumazlar. Hocanın kitapları yanında başka kitap ve kaynaklardan da yararlanırlar. Bu noktada Fethullah Gülen ve müntesipleri klasik “nurculuk” tarifinden ayrışmaktadır. Bir anlamda Fethullah Gülen ve hareketi mevcut şartlara uygun olarak başka ve yeni bir aşamaya geçmiştir diyebiliriz.
Türkiye’de cemaat/tarikat noktasında neden özellikle Fethullah Gülen ve müntesiplerinin daha çok gündemde olduğunu az çok tahmin edebiliyoruz. Özellikle son yıllarda Türkiye’de ve dünyada etkinliği çerçevesinde adından sürekli söz ettiriyor. Cemaat/hareket hem gönüllü insan gücü hem de bağışlara dayalı maddi gücü noktasında üstün bir seviyeye ulaşmıştır. Evet bu hareket/cemaat klasik bir “cemaat/tarikat” formundan sıyrılmış kaba olarak “sivil” bir kategoride değerlendirebileceğimiz teşkilatlı bir yapı halini almıştır. Özünde sivil ve gönüllü bir yapılanma olsa da müntesiplerinin hayatın getirdiği şartlar gereği devletin önemli yahut önemsiz bazı kurumlarında değişik kademelerde görev aldıklarını müşahade ediyoruz. Bu görev alışların bazılarının bir “gayret/ihtiyaç unsuru” şeklinde tezahür etmesi özünde bir “gayri-meşruluğu” meydana getirmez. Ama devletin önemli kamu kurum ve kuruluşlarında gözle görülür bir cemaat mensubu sayısındaki artış cemaat dışında kalan diğer unsurların kaygılarını artırmakta farklı şiddetlerde bir muhalefete sebep olmaktadır. Belli düzeyde bir tepkinin olması normal karşılanmalıdır. Çünkü Türkiye cumhuriyeti’ni oluşturan unsurlar “tek tip” değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
Fethullah Gülen cemaati dışındaki unsurların kaygıları izah edilebilir olsa da bir çok olayda ve durumda her taşın altında “cemaat izini” aramak artık normalin ötesinde belli bir hastalığın doğmasına vesile olmuştur, olmaktadır. Her taşın altında masonları ve dahi yahudileri aramak nasıl ki normal dışı ise aynı şekilde her taşın altında Fethullah Gülen ve cemaatini aramak normal dışıdır ve tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Artık bu arızanın tamir edilip hastalığın tedavi edilmesi elzem olmuştur. Bu arızaya/hastalığa bağlı tedavinin birincil şartı Fethullah Gülen hareketi/cemaati yapılanmasının mümkün olduğunca şeffaflaştırılmasıdır. Bu mümkün müdür? Elbette mümkündür.
İnsanlar “bilmedikleri” bir durum/kurum karşısında korkar ve kaygı duyarlar. Cemaat ve tarikatların yapılanmalarında bir gizlilik varsa bu kaygı verecektir elbette. Bir cemaatin tamamıyla gizli ve sinsi hareket etmesi kesinlikle yanlış sonuçlar doğuracaktır. Teşkilatlanmalarda gizlilik belli durum ve şartlara bağlıdır ve çok az bir oranı ve alanı kapsamaktadır. Genel olarak icraatlar ve teşkilatlanma açıktır ve aşikar olmalıdır.
Türkiye’de hangi örgüt gizli hareket edip rutinin dışına çıktıysa bir çoğu milletin başına “bela” olmuştur. Biz bu ve benzer filmleri çok izledik. “Ergenekon” yapılanması meşru devletin içinde “gayri-meşru” bir yapılanmanın gayri-resmi adıdır. ‘Ergenekon’ bir dava sürecidir. Ne zaman sonuçlanacağını bilmiyoruz. Yapılanması belli bir meşruiyet zemini üzerinden oluşturulmadığı için birçok icraatının da kabul edilebilir sınırların dışına çıkması açıklanamaz değildir. Ergenekon yapılanmasının geldiği noktada işlevselliğini kaybetmiş, artık faydadan çok zarar verdiği için ve kişiselleştirildiği için tasfiye edilmesi gerekiyordu ve süreç bunun için başlatılmıştır. Yoksa “cemaat” böyle istediği için değil. Sürecin başlatılması zamanın ruhuna uygun düştüğü için başlamıştır…
Her olayı ve olumsuzlukları “Ergenekon” ile açıklayamayız. Her taşın altında Ergenekon’u aramamalıyız. Aynı şekilde her nanenin altında “cemaati” aramamalıyız. Nasıl ki masonluk bir gerçeklikten öte bir efsaneye dönüşmüş ise “Ergenekon” ve “cemaat” de gerçekliğinden koparılıp bir efsaneye dönüşmek üzeredir. Hâlbuki güçlü bir irade isterse masonluğu da ergenekon’u da cemaati de oturması gereken zemine oturtup ne olup olmadığını pazara çıkarabilir. Yeter ki bu konuda ortak bir irade olsun.
Türkiye artık dünya ölçeğinde “aktör” olma yoluna girmiştir tekrardan. Artık efsaneye dayalı korkularımızı ortadan kaldırmalıyız. Kendi kendimize karşı “yapay korkulara” bir son vermeliyiz. Milletin bir kısmı bir başka kısmına açıktan ve gizli olarak düşmanlık etmemelidir. İşlerimiz ve icraatlarımız açık ve meşru bir zeminde olmalıdır. Kendi aramızdaki düşmanlık elbette cari ve muhtemel rakiplerin ekmeğine yağ sürecektir ve sürmektedir.
“Ergenekon”, “cemaat”, “masonluk”, “yahudilik” vb. gibi kavramlar bir “sövme ve karalama” aracı değildir. Olsa olsa kavramsal noktada bir semboldürler ve sadece öyle kalmalıdırlar. Bunlara bağlı olarak bunun gerisinde ve ötesinde olup bitenler gerçektir ve canlıdır. Ortada bir suç varsa buna “gerçek bir eylem ve zemin üzerinden” karar verilmelidir. Efsane ve abartıya dayalı bir sürecin bizi raydan çıkarıp tarihin çöplüğüne tekrar atabileceğini hiçbir zaman unutmayalım!
Ve son bir not olarak “cemaat” kavramının gittikçe “irtica” kelimesinin yerine ikame edilmeye başlandığını hatırlatalım. Yani 28 şubat döneminde bolca tüketilen “irtica” kavramı belki çok uzak olmayan bir zaman diliminde “cemaat” kavramı olarak önümüze çıkabilir, çıkacaktır böyle giderse…
Safları sıklaştıralım!
Saptama ve yorumlarınızı çok beğendim tebrik ettim….