Toprak altında yatan geçmişe her zaman merak duymuşumdur. Kadim uygarlıkların artık kalmayan eserlerinin tek tek çıkarılışı, sabır gerektiren ve yıllar alan çalışmalar neticesinde koskoca bir şehrin ortaya çıkması, Stonehenge gibi amacı anlaşılmayan yapıların, velhasıl arkeologlara düşen ne kadar iş varsa hepsi merakımı cezbetmiştir. Çünkü, uğraştıkları alan belki uygarlığımız hakkında 10 bin yıl sonra ne düşünülecek konularında bizlere fikirler veriyor. Arkeoloji, hakkı yenmiş bir meslektir. Siyasilerin, uykuya dalmış mazinin izlerini taşıyan kalıntılara çanak çömlek dedikleri bir zamanda yaşıyoruz çünkü. Bu bakımdan arkeolojiye, mazlum olmasından da kaynaklanan, bir sempatim vardır.
Yazımızın amacı arkeoloji güzellemesi değil elbette. Evimizin yakınındaki parkın altında tarihi eser kalıntısına ulaşılmasının ardından düşüncelere dalmıştım. Düşüncelerim beni şu noktaya getirdi. Zaman, en kudretli şeyleri bile silip süpürme yeteneğine sahip bir güç. Üzerinden 100 yıl geçen şeyler hakkında yazılı da olsa çok az bilgi kalıyor. Çünkü geçen zaman, yaşantılara olan merakı düşürüyor. Şimdi, bu düşünceler neticesinde şu şey aklımda belirdi: Hayatımız giderek sanallaşıyor. Öyle bir zaman olacak ki sadece 0 ve 1’lerden ibaret olacağız. Peki bizim kalıntılarımız dijital dünyada ne olacak? Bir harddisk’lik değerimiz mi var, yoksa hepimiz, bilgileri saklanması gereken önemli şahsiyetler miyiz? İşte mesele burada:
Dijital Arkeoloji
İnternette araştırma yaptığımızda, Türkçe kaynaklarda çok az bilgiye ulaşacağımız bir konu olan Dijital Arkeolojiden bahsetmek istiyorum. Şu an akademik çevrelerde bile konuşulduğunu zannetmediğim bu “meslek” önümüzdeki 100 yılın en çok konuşulan mesleklerinden biri olabilir. Neden mi?
Sosyal Ağlar: