Madde Madde Sosyal Bilimler Sözlüğü

Ergonomi

(Ergonomıcs) İşgücü ve sermayenin verimliliğini artırmak için en uygun fiziksel ortamın yaratılması, insan gü­cünün üretim sürecinde verimli olarak kullanılmasını sağlama­nın koşulları ve bunun için gerekli mekân düzenlemesi, uy­gun yöntem tespiti gibi konuları inceleyen bilim dalı.

Erinlik

(Puberty) Bkz. Ergenlik

Erk

(Power) Bkz. İktidar

Erotizm 

(Erotıcısm) Cinsellik sömürüsü. Söz, yazı, resim ya da giyim kuşam yoluyla cinsel dürtüleri uyarmaya yönelik etkinliklerde bulunma. Düşünce ve eylemlerde kadınlık veya erkeklik imajlarını, yahut cinsel arzu uyarımını Öne çıkarma.

Esnek Anayasa

(Flexıble Constıtutıon) Bkz. anayasa

Esnek Döviz Kuru Sistemi

(Flexıble Exchange Rate System) Bir ülke parasının diğer ülke paralan karşısındaki fi­yatının piyasada döviz arz ve talebi tarafından serbestçe belir­lendiği, döviz arz ya da talebinde meydana gelebilecek değiş­melere göre düşüp yükselebildiği sistem. Dalgalı kur siste­mi, değişken kur sistemi ya da yüzen kur sistemi olarak da anılan bu sistem saf biçimiyle” hiç bir ülkede uygulanama­makta, uluslararası dengeleri sarsmaya başladığında başta merkez bankaları olmak üzere çeşitli araçlarla denge döviz kurlarına müdahale edilmektedir.

Esneklik

(Elastıcity) Elastikiyet. Geniş anlamda bir şeyin, kendisiyle İlişkili başka bir şeyde meydana gelen bir değişme­ye karşı gösterdiği tepki, duyarlılık derecesi. Bir değişkenin başka bir değişkende meydana gelen % değişme karşısında .gösterdiği % değişim düzeyi. Bu çerçevede bir değişkendeki bir birimlik % değişim karşısında Öteki değişkenin de % bir bi­rim değişmesi halinde esneklik birime eşit; etkilenen değişke­nin % bir birimden daha büyük oranda değişmesi halinde es­neklik birimden büyük, sözkonusu değişkenin % bir birim­den daha küçük oranda değişmesi durumunda İse esneklik birimden küçüknt. Benzer şekilde bir değişkendeki bir bi­rimlik % değişim sonucunda öteki değişkenin sabit kalması durumunda esneklik sıfır, etkilenen değişkenin çok büyük öl­çekte değişmesi durumunda da esneklik sonsuzdur. Kısaca esneklik sıfır ile sonsuz arasında değişebilir. Bu çerçevede, bir malın fiyatındaki göreli bir değişme karşısında başka bir malın talep miktarında meydana gelen göreli değişime çapraz talep esnekliği, belirli bir malın fiyatındaki değişmeler karşısında sözkonusu malın arzmdaki değişme eğilimine arzın fiyat es­nekliği dedir.

Estetik

(Aesthetıcs) 1. Üretim, tüketim veya bir ihtiyacın gi­derilmesinde kullanılmanın gerekliliklerinden öte, uyum, içdü-zen, insan algılarına çekici görünme gibi özelliklere sahip ol­ma durumu.

2. Sanata konu olan güzelliğin İncelendiği felsefe dalı.

Estetik Yargısı

(Aesthetıc Judgement) 1. Tüm doğal ve insanî etkinlikler veya durumlar hakkında verilebilecek güzel ve çirkin yargılarından her biri.

2. Göze hoş görünüp görün­memesi, İzleyende bırakacağı olumlu yahut olumsuz izicnime göre bir şeyi çirkin ya da güzel olarak niteleyen yargı.

Eş’arilik

Adını kurucusundan alan itikadî İslâm mezheplerin­den biri. Allah’a iman konusunda sadece kal İle tasdik etme­nin yeterli olduğunu; imanın artıp azalabilir bir nitelik taşıdığı­nı; Allah’ın hem kendisinin aynı olmayan, hem de kendinden gayri olmayan sıfatlarının bulunduğunu; insan aklının yalnız başına doğru bilgiye ulaşamayacağından dolayı vahiy olma­dan ontolojik anlamda sorumluluğunun da olmayacağını; ken­disine vahiy ulaşan insanın sorumlu olmasının nedeninin de ancak cüz-i (göreli) irade ile açıklanabileceğini; evrenin yapı-taşlanm oluşturan cevherlerin varolma ve varlıklarını devam ettirebilmelerinin Allah’ın onları her an varedip etmemesine bağlı olduğunu savunan itikadî mezhep. Bkz. matukidiük.

Eşelmobil Sistemi

(Slıdıng Scale System) Genellikle üc­retle geçinenler ile diğer dar ve sabit gelirli kesimlerin hayat pahalılığı karşısında saünalma güçlerinin korunması amacıyla geliştirilen ve enflasyonun belirli oranlara ulaşması durumun­da ücretlerin de herhangi bir sözleşmeye gerek kalmadan aynı oranda artırılmasını öngören ücret ayarlama sistemi. Ücretlerin .   enflasyonla eşit oranda ve otomatik olarak ayarlanması.

Eşitıikçiıik

(Egalıtarıanısm) Bütün insanların eşit haklara sahip olduğunu, dolayısıyla toplumsal ilişkilerde eşitsizlik so­nucu getiren tüm sınıfsal farklılıkların yok edilmesi veya en azından asgariye indirilmesi gerektiğini ileri süren yaklaşım. Bkz. Hakkaniyet, Adalet.

Eşitsiz Mübadele Yaklaşımı

(Unequal Exchange App-Roach) Aynı emek-zamana maiolan belirli bir malın ücretler­deki farklılıktan ötürü azgelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelere oranla daha ucuz olduğu noktasından hareketle, gelişmiş ül­kelerle azgelişmiş ülkeler arasındaki ticarette az gelişmişlerin daha fazla emek-zaman karşılığında daha az emek-zaman sa­tın aldıkları, dolayısıyla görünürdeki haklı fiyat İlişkisinin altın­da azgelişmişler zararına işleyen eşitsiz bir mübadelenin söz konusu olduğunu ileri süren yaklaşım.

Eşölçülemezlik

(Incommensurabinty) 1. Mimaride ortak bir ölçüye sahip olmamak anlamına gelen ve 20. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki bilim felsefesi tartişmalarında da kulla­nılmaya başlanan, farklı bilgi kümelerinin, aralarında ortak bir değerlendirmeyi mümkün kılacak ölçütlerin olmaması nede­niyle hiç bir bakımdan karşılaştırılamyacaklannı ifade eden kavram.

2. Ikİ teorinin karşılaştmlabilmesine imkân verecek teoriler arası geçerliliği olan ortak ölçütlerin bulunmaması ne­deniyle, bilimsel açıdan doğruluk veya yanlışlık gibi yargıların teoriler arası geçerlilik taşımadığını, ancak belirli bir teori çer­çevesinde anlamlı olabileceğini ifade etmek üzere kullanılan terim.

Eşzamanlı Değişme

(Sımultaneous Varıatıon) 1. Birlik­te değişme; aynı zamanda yahut eşzamanlı olarak gerçekleşen değişim.

2. İlke olarak aynı nedenden kaynaklanan iki veya daha çok olgu ya da istatistiksel serinin, aynı zaman dilimi içinde, aynı yahut ters yönlerde değişme göstermesi.

Eşzamanlılık

(Sımultaneıty / Synchronısm) Aynı zaman dilimi içinde yeralma; eşzamanda olma ve yokolma; birlikte başlama ve bitme. Bkz. ardzamanlüjk.

Etimoloji

(Ethımology) KökbÜim. Dilin gramer yapısı ve kelimelerin hangi kökenden geldiklerini inceleyen bilim dalı.

Etioloji

(Etıology) Nede nb i Hm. Fiziksel veya zihinsel bo­zuklukların nedenlerini yahut belirli bir bozukluğu ortaya çı­karan koşulları inceleyen disiplin.

Etnik Grup

(Ethnıc Group) Dil, kültür, gelenek ve görenek bakımından birbirine bağlı ve genellikle aynı soydan gelen bi­reylerin oluşturduğu, görece küçük ölçekli insan topluluğu.

Etnografya

(Etnography) Belirli bir toplumun kültürel de­ğer ve ürünlerini inceleyen, kültürel antropolojinin bir alt dalı.

Etnoloji

(Ethnology) Bkz. Kültürel Antropoloji

Etnometodoloji

(Ethnomethodology) Bireylerin ger­çekliği kavrarken, veya zihinlerinde yeniden kurarken, çok sı­radan ve rutin hale gelmiş günlük ilişkilerde bile sorgulama­dan, çoğunlukla da bilinçsiz olarak kabul ettikleri kural, inanç ve değerleri çözümlemeyi konu edinen disiplin;

Etnosentrisizm

(Ethnocentrıcısm) îçinde yaşanılan sos­yal ve kültürel ortamın referans merkezi kabul edilerek diğer toplumlar ve onlara ait ürünlerin bu referans sistemine olan yakınlık veya uzaklık, uyuşma veya çelişme durumuna göre sınıflandırılması, değerlendirilmesi veya anlamlandırılması.

Et,Oloji

(Ethology) Hayvanların davranışlarını,, kendi doğal çevrelerinde ve deney düzeneğine sokmadan karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.

Etvar Nazariyesi

(Theory Of Cırculatıon Of State) Bkz. Tavırlar Teorisi

Euler Kuramı

(Euler Theory) Bir üretim faaliyeti sonucun­da elde edilen üründen, bu ürünün üretilmesinde kullanılan faktörlerin, marjinal verimliliklerine göre pay aldıklarını ve ge­riye herhangi bir artık kalmadığını; üretim faktörlerinin üre­timden aldıkları payların toplamının, üretilen ürüne eşit oldu­ğunu savunan kuram.

Eurobank

Bkz. europara

Eurodolar

(Eurodollars) ABD sınırları dışındaki bireyler ya da finansal kuruluşlarca tutulan dolar fonlarının genel adı. Deyim, Avrupa ve ABD piyasaları arasındaki faiz farkı nede­niyle ABD’den Avrupa’ya akan dolar fonları için kullanılmaya başlanmış, 1960 yıllardan sonra sözkonusu fonların önemli meblağlara ulaşması nedeniyle yaygın kullanımı olan parasal bir terim olarak literatüre girmiştir.

Eurodöviz

(Eurocurrency) Bkz. Europara

Europara

(Euromoney) Devletsiz para. Kaynaklandığı ülke dışında tedavül eden, herhangi bir millî para otoritesinin denetiminde olmayan ve uluslararası finans kuruluşlarınca alim-satımı yapılan, konvcrtibl paraların genel adı. Eurodöviz ola­rak da anılan bu tür paraların alım-satıma konu olduğu piya­salara europazar; bu paraların ahnvsatımım yapan ya da eu­ropara cinsinden finansal hizmet sunan bankalara da euro-bank denir.

Europazar

(Euromarket) Bkz. Europara

Evetleme

(Affaırmatıon) Bkz. Olumlama.

Evlilik

(Marrıagh) Kadın ve erkeğin, .hem sosyal hem de hukukî açıdan, İçinde yaşadıkları toplumda egemen olan ku-railara uygun olarak karşılıklı yükümlülükler üstlenmek sure­tiyle hayatlarını birleştirmeleri, aile kurup bir arada yaşamaya başlamaları. Bu çerçevede, tek bir kadın İle tek bir erkeğin evlenmesine tekeşlilik veya monogami; birden fazla eş sa­hibi olmaya İzin veren evlenme biçimine çokeşlilik ya da poligami; erkeğin aynı anda birden fazla eş sahibi olmasını mümkün kılan evlenme biçimine çokkarilılık; bir kadının ay­nı anda birden fazla erkekle evlenmesine de çokkocalılık denir. Bkz. boşanma, aile.

Evrenbilim

(Cosmology) Bkz. kozmoloji

Evrim

(Evolutıon) TekâmüL Mükemmelleşme. Basit, sade ve biçimsiz olandan, belirgin ve karmaşık olana, İlkelden mükemmele doğru doğrusal, düzenli ve ilerlemeci nitelikteki de­ğişim.

Evrim Kuramı

(Theory Of Evolutıon) Bkz. evrimcik

Evrimcilik

(Evolutıonısm) Hayatın temel işleyiş yasasının evrim olduğunu ve her toplumun sürekli bir evrim sürecinin ürünü olarak ortaya çıktığını ileri süren görüş. Hayatın başlan­gıcı, türlerin kökeni ve canlıların yaşam serüvenini evrimci bir bakış açısıyla izah eden ve C. Danvin tarafından sistemleştiri-len kurama evrim kuramı; doğal ayıklanma ile bir türün diğerine dönüştüğünü savunan evrim görüşüne biyolojik ev­rimcilik denir. Bkz. sosyal evrimcilik, darwinizm, evrim.

Ex-Ante

Planlanan; arzu edilen; gerçekleştirilmesi istenen bir olgu ya da olayın gerçekleşmesinden önceki durumu. Yapıl­ması düşünülen.

Ex-Poste

Fülileşmiş, gerçekleşmiş; bir olgu ya da olayın gerçek­leşmesinden sonraki durumu. Düşünülenin tahakkuk ettirilmiş şekli.

Eylem Araştırması

(Actıon Research) Sosyal yapı ve İliş­kilerin niteliğini anlamak, bilimsel çalışmalara katkıda bulun­mak gibi amaçlardan çok, pratik, uygulanabilir, somut çözüm­ler getirecek sonuçlar elde etmeye yönelik olarak yapılan ve­ya yaptırılan toplumsal araştırmalar.

Eytişim

(Dialectıcs) Bkz. Diyalektik

Eytişimsel Özdekçilik

(Dıalectıc Materıausm) Bkz. Di­yalektik Materyalizm

F

Fabianizm

(Fabıanısm) Romalı devlet adamı F. Maksimdden esinlenerek 19. yüzyıl ortalarında İngiltere’de Fabîan Derneği olarak ortaya çıkan, sosyalizmi mümkün olan en iyi şekilde adalet ve mutluluğu sağlamak olarak algılayan, özünde refor­mist, sosyalizmin teorik sorunlarıyla fazla ilgilenmeyen ve îngilız İşçi Paftisi’nin çekirdeğini oluşturan devrim karşıtı bîr akım.

Faiz

(Interest) 1. Kapitalist öğretiye göre üretim faktörlerin­den biri olan sermayenin fiyatı; sermayeyi belirli bir dönemde kullanmanın bedeli. Paranın fiyatı.

2. Riba. Hiçbir şey karşılı­ğında alınıp verilen birşey, her türlü emeksiz kazanç; alın teri harcamadan elde edilen fazlalık.

3. Borç-alacak ilişkisinde borçlunun, vadesi dolan borcunu ödeyememesi durumunda sürenin uzatılmasına karşılık ödemeyi taahhüt ettiği fazlalık.

4. Bankaların tasarruf sahiplerinden vadesiz olarak veya belirli vadelerle topladığı paralar karşılığında vade sonunda ana pa­raya ek olarak ödemeyi garanti ettiği miktar.

5. Alış-verişte risk unsuruna yer vermeyip, her hal-ü kârda kullanılan serma­ye karşılığında belirli bir fazlalığın Önceden garanti edilmesi, bu ilişkinin ortaya çıkardığı fazlalık.

6. Marksist iktisat kuramı­na göre, paranın fiyatı gibi görünen, ancak gerçekte üretim alanında gerçekleşen bir artı değer parçasından başka bir şey olmayan fazlalık; artı değerin değişikliğe uğramış şekli.

Faiz Arbitrajı

(Interest Arbıtrage) Bkz. arbitraj

Faiz Oranı

(Interest Rate) Faiz miktarının belirlenmesi için ana paranın kendisi ile çarpıldığı % değer. Faiz haddi.

Faizsiz Bankacılık

(Interest Free Bankıng / Non-In-Terest Bankıng) 1. İslâm bankacılığı Kapitalist sistemin temel kurumlarından birisi olan ve paranın kullandırılarak karşılığında faiz alınıp verilmesi ilkesiyle çalışan bankacılığa alternatif olarak Müslümanlârca geliştirilen ve faaliyetlerinde faizsiz İşlem yapma, ya da faiz alıp vermekten kaçınma pren­sibiyle çalışan bankacılık.

2. Emek sahibi veya girişimci İle sermaye sahibini mudaraba İşlemi çerçevesinde bîraraya geti­rerek, sermayenin yatırıma yönlendirilmesine aracılık eden ve temel gelir kaynağı, aracılık ettiği faaliyetler sonucunda doğan kârdan kendisine ayırdığı pay olan bankacılık sistemi.İslâm’da faizin kesin oiarak yasaklanmış olmasından hareketle ekono­mik faaliyetlerin mümkün olduğu ölçüde faize bulaşmadan yürütülebilmesini sağlamak yönündeki çabaların sonucu ola­rak 20. yüzyılın ortalarında îslâm dünyasında teorik temelleri atılan ve uygulamalı örneklerine 60’lı yıllardan İtibaren rast­lanmaya başlayan faizsiz bankacılık; bir yandan mevcut kapi­talist sistemin faize dayalı bankacılığına alternatif oluşturması, îslâmî bir yapılanmaya geçiş sürecinde iktisadî sosyal açıdan Önemli bir işlev üstlenmesi ve Müslümanların tasarruflarını iş­leterek onlara belirli miktarlarda kazanç sağlaması., gibi olum­lu, diğer yandan da faizsiz bankacılık adı altında esasen pra­tikte faizden başka bir şey olmayan kâr ortaklığı yoluyla örtük olarak faizli bankacılık yapmak, îslâmî kaygılarla sistemin dı­şında duran sermayeyi kapitalist sistem içine çekerek, mevcut yapının daha iyi işlemesine katkıda bulunmak ve sonuçta Müslümanların kapitalist sisteme entegre olmalarında aracı iş­levi görmek., gibi olumsuz eleştiriler almaktadır.

Faktör Çözümlemesi

(Factor Analysîs) Bir bütün içinde yeralan ve aynı sonuca katkıda bulunduğu düşünülen İç içe geçmiş değişkenlerin, sözkonusu sonuca olan katkı düzeyleri­nin belirlenebilmesi amacıyla, aralarında korelaüf ilişki bulu­nan faktörlerin bir araya getirilip belirli kümelerde toplanma­sını sağlayan ve sonucu tek tek faktörlere değil, belirli değiş­ken gruplarına İndirgeyen istatistik yöntemi.

Faktör Donanımı Teorisi

(Factor Endowment Theory) Bkz. Heckschler-Ohıin Teoremi

Faktöring

(Factorıng) Uluslararası ticarette ihraç edilen malın özürlü olmaması şartıyla ihracatçının İhracattan doğan alacağının büyük bir kısmının malın yüklenmesinden hemen sonra, kalan kısmının da para ithalatçıdan tahsil edildiğinde factor adı verilen bir aracı banka tarafından ödenmesini sağ­layan dış ticaret finansman tekniği.

Falik Dönem

(Phallıc Stage) Freud’a göre dışkd dönem­den sonra gelen ve çocuğun ilgisinin cinsel organlarına kaydı­ğı dönem. Bkz. ağızcıl »önem, oral dönem, dışkıl dönem.

Fanatizm

(Fanat1sm) Bir felsefî, siyasal, ideolojik görüşe veya bilimsel iddiaya karşı sorgu ve eleştirisiz tam teslimiyet; bir görüş veya tavrın şiddete bile başvuracak ölçüde savunuculu­ğunu yapmak. Benimsenen bir görüş, düşünce veya tavrın tar­tışmaya açılmadan, bütün eleştirilerin dışında tutularak savu­nulması. Ateşli taraftarlık; körü körüne bağlılık. Böyle bir tavır içinde olan kişiye de fanatik denir.

Fantazı

(Fantasy) Düşlem. Kişinin bazı arzu ve isteklerini sanki gerçekleşmişcesine hayal etmesi, bir bakıma uyanıkken rüya görmesi olayı; olmasını istediği şeyleri gözünde canlan­dırması. Düş kurma ve kendine bir hayal dünyası yaratma.

Faraziye

(Assumptıon) Bkz. varsayım

Farklılıklar Psikolojisi

(Psychology Of Dıfferences) Değişik insan gruplarının psikolojik farklılıklarını incele­yen disiplin.

Farz

(Relıgıous Precept) îslâm hukuna göre, hem ifade hem de mânâ olarak Kur’an ve Sünnete dayandığı kesin olan ve mükelleften bir şeyin yapılmasını isteyen hüküm. Gerekli şartları taşıyan her mükellefin bizzat sorumlu olduğu farzlara ferz-ı ayn; topluluğun bir kısmının yerine getirmesi durumunda bütün mükelleflerin sorumluluğunun kalktığı, yerine getirilmemesi durumunda ise her mükellefin tek tek sorumlu olduğu farzlara da farz-ı kifaye denir. Bkz. vacip, sünnet, ha­ram, Mekruh, Mubah, Mendup, Müstehap.

Fasit Daire Teorisi

(Vıcıous Cırcle Theory) Kısır dön­gü kuramı. Kapalı çember kuramı. Azgelişmişlik sürecim sürekli olarak kendini tekrar eden ve her defasında yine baş­langıç noktasına dönülen; her başlangıcın gelişmeyi engelleyi­ci faktörler nedeniyle dairesel bir yol izleyip yeniden aynı noktaya gelinmesi nedeniyle kalkınma serüveninin önünün sürekli tıkandığı bir süreç olarak açıklayan kuram. Fasit daire­yi oluşturan aşamalar şöylece sıralanmaktadır: Düşük gelir dü­zeyi, düşük tasarruf ve talep düzeyi, düşük yatırım düzeyi, ye­tersiz sermaye oluşumu, düşük verimlilik, düşük gelir düzeyi.

Faşizm

(Fascısm) Çoğunlukla toplumsal, ekonomik, ve siyasal kriz dönemlerinde ve karizmatik liderlerin çevresinde gelişen, toplumdan topluma değişmekle beraber temelde ırkçı ideolo­jilerden beslenen, baskıcı ve totaliter bir nitelik taşıyan yöne­tim biçimi.

Fayda Maliyet Analizi

(Cost-Benefıt Analysıs) Herhan­gi bir sürecin başlatılması, belirli kararların alınması yahut bir projenin uygulanmasından önce sözkonusu projenin getirişi ve götürüşünün; düşünülen kararlann muhtemel sonuçlarının hesaplanması, fayda ve maliyetinin çözümlenmesi.

Fayda

(Utılıty) 1. Yarar. Bir mal veya hizmetin insan ihtiyaç­larını giderebilme niteliği.

2. Bir varlık, bilgi veya ürünün İn­san, hayvan yahut doğaya olan olumlu katkısı.

Faydacılık

(Utılıtarıanısm) 1. Tüm İnsanî etkinliklerin te­meline faydayı yerleştiren, insanı faaliyette bulunmaya yönel­ten temel güdünün fayda olduğunu- savunan yaklaşım.

2. Ya­sama, yürütme ve yargı etkinliklerinin amacının son tahlilde, daha fazla sayıda İnsana daha fazla mutluluk sağlamak oldu­ğunu savunan görüş.

3. Üretim, tüketim, paylaşım., vb. tüm iktisadî faaliyetlerin amacının, mal ve hizmetlerden elde edile­cek faydanın maksimumlaştınlması olduğunu İleri süren yak­laşım.

Federal Devlet

(Federal State) Devletçiklerin merkezî bir otorite etrafında toplanmasıyla meydana gelen, İdare ve dev­letler hukuku bakımından modern siyasal ihtiyaçlara cevap verebilen birleşik devlet tipi. Federal devlet sisteminde içişleri, anayasa tarafından yetkinin federasyona üye devletler ve fede­ral devlet arasında bölüştürülmesi; dışişleri de yetkinin yalnız­ca federal devletin elinde bulundurulması suretiyle yürütülür.

Federe Devlet

Bir federal devlet çatısı alünda örgütlenmiş, içişlerinde bağımsız, dışişlerinde federal devlet yasalarına tâbi olan devletçiklerden her biri.

Federasyon

(Federatıon) 1. Dayanışma amacıyla birden fazla devletin bir birlik devleti içinde birleşmesi.

2. Aynı alan­da faaliyet gösteren millî veya milletlerarası nitelikteki çeşitli kuruluşların aynı çatı altında toplanmak suretiyle oluşturduk­ları birlik.

Felsefe

(Phılosophy) 1. Hikmet sevgisi. însan, toplum ve ev­ren hakkında kûîlî, bütünsel, kapsayıcı bir izah denemesi.

2. însan zihninin eşyayı yorumlaması; insan aklının varlık ve oluşu sorgulaması; hakikati arama yolunda üretilen bilgiler bütünü.

3. Bîr şeyin bizzat kendisinin sorgulanması. Örn. ko­nuşmanın konuşulması, düşünmenin düşünülmesi, tartışmanın tartışılması.

4. Modern anlamda bütün bilim dallarının, düşün­ce tarihinin değişik aşamalarında kendisinden çıktığı ana di­siplin.

Felsefî Değer

(Phılosophıcal Value) Bkz. değer

Feminizm

(Femınısm) Kadın hakları savunuculuğu. Erkek ege­menliğine ve erkek-egemen ilişki ve düzenlemelere karşı ka­dınların haklarını savunan, cinsiyet ayrımına karşı çıkarak er­keğe tanınan hak ve yetkilerin kadına da tanınması gerektiğini ileri süren yaklaşım.

Feodalizm

(Feudâlısm) 1. Derebeylik Siyasî ve askerî gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine yahut İmtiyazına sa­hip bir senyörler (derebeyler) sınıfı ile bu sınıfın otoritesine bağımlı bir köleler sınıfının toplumsal yapının temel ikiliğini oluşturduğu sosyal düzen.

2. Batı dünyasının tarihsel serüveni İçinde geçirdiği toplumsal aşamalardan biri olan ve siyasal li­derlerin, toprak sahiplerinin ve toprakta çalışan köylülerin karşılıklı ekonomik ve siyasal bağımlılık ilişkisi içinde bulun-iuğu, dolayısıyla servetin ve siyasal iktidarın tarıma dayalı ol­duğu bir tür iktisadî-sosyal sistem. Ortaçağın karakteristik sis­temi olarak öne çıkan, Osmanlı toplumunda da geçerli olup olmadığı konusunda yoğun tartışmaların cereyan ettiği feodal toplum yapısının geçim tarzını oluşturan feodal üretim biçi­minde temel üretim aracı toprak; toprak üzerinde mutlak mül­kiyete sahip olan efendi senyör, toprağa bağlı yaşayan ve onunla birlikte alınıp saülabilen işçi ve köleler olan sertler sis­temin üç temel unsurunu oluşturmaktadır.

Feraset

(Forecast) Bkz. Öngörü

Fert

(Indıvıdual) Bkz. Birey

Fesat

1. Düzenin bozulması; yozlaşma; denge veya itidalden sapma. Yok oluş.

2. Toplumun belirli bir kesiminin neva ve heveslerinin önplana çıkarılması sonucu meydana gelen karı­şıklık.

Fesih

(Annulment/Abolıshment) Bir hukukî ilişkinin sona erdirilmesi; sözleşmeye dayalı bîr hukuksal işlemin isteyerek ortadan kaldırılması.

Fetih

(Conquest) 1. Bir topluluğun silah zoruyla ve savaşarak başka bir topluluğun mal, mülk ve toprağına elkoyması. 2. İs­lâm terminolojisinde, İslâmın mesajının İnsanlığa ulaştırılmasina engel olan yönetimlere karşı savaşılarak Darül islâmın ge­nişletilmesi.

Fetiş

(Fetlsh) insanüstü ya da doğaüstü nitelikler taşıdığına inanılan nesne.

Fetişizm

(Fetıshısm) Kendisinde olağanüstü nitelikler olduğu varsayılan kişi veya nesnelere aşın sevgi ve saygı beslemek, onlara bağlanmak, tapınmak, kulluk etmek. Bkz. meta fetişiz­mi, DEVLET FETİŞİZMİ.

Fetva

(Judgements Of Islamıc Law) 1. islâm ümmetinin karşısına çıkan problemlere ilişkin yetkin ve yetkili kişilerce gösterilen çözüm yolu.

2. Fakihlerin günlük sorunların çözü­müne ilişkin, doğaldan nasslardan aldıkları veya İçtihatla oluşturdukları hükümlerin her biri.

Fıkıh

(Islamıc Law) 1. İnsanın ieh ve aleyhinde olanları bil­mesi.

2. Bilinen hükümlerden yola çıkarak bilinmeyen hak­kında yargıya varmak.

3. İbadet, ceza ve uygulamaya yönelik şer1! hükümleri ayrıntılı delilleri İle beraber bilmek. Fıkıh ilmi­ne fetva verecek düzeyde vakıf olan kişiye de faklh denir.

Fıkıh Usulü

(Methodology Of Islamıc Law) îslâm hu­kuk metodolojisi. îslâm hukukunun kaynaklarından nasıl, hangi araç ve yöntemlerle şer!î hüküm çıkarılabileceğini İrde­leyen disiplin.

Fırsat Maliyeti

(Opportunıty Cost) Bkz. alternatif malüyet

Fikir

(Idea) Doğrudan algı veya duyumsal süreçlere dayanma­dan oluşan bilinçsel veya zihinsel ürün.

Fikir Birliği

(Consensus) Bkz. Konsensüs

Finansal Kiralama

(Leasıng) Bkz. Lfasıng

Finansal Tablolar

(Fınancal Tables) Bkz. Mali Tablolar

Finansal Yardım

(Fınancıal Aıd) Bkz. Diş yardım

Finansman

(Fınance) 1. Bir işin yapılabilmesi için gerekli malî-parasal kaynakların genel adi; bu kaynakların sağlanma yöntemi.

2. Bir girişimin, bir devlet ya da mahallî idare hizme­tinin, yatırım, üretim veya satış faaliyetlerinin gerçekleştirilme­si veya mevcut bir hizmetin geliştirilmesi İçin gereken parasal kaynakların sağlanması, biriktirilmesi, ödenmesi İşlemlerinin tümü.

3. Bir işletmeye, faaliyetine devam edebilmesi, plan ve programlarında öngörülen hedeflere varabilmesi için gereken malî şartların temin edilmesi.

Firma Dengesi

(Equ1ubrıum Of The Flrim) Modern mikro-ekonomik analizde bir üretici birimin belli koşullar çerçeve­sinde ürettiği ek bir birimin getirişi (marjinal gelir) ile o biri­min maliyeti (marjinal maliyet) arasındaki eşitlik durumu. Bu durumda firmanın toplam geliri İle toplam maliyeti arasındaki fark alternatif durumlara göre mümkün en yüksek farktır, ki bu durumda firma kârını maksimumlaştırmaktadır.

Fiyat

(Prıce) Herhangi bir mal veya hizmetin bir biriminin elde edilmesi için ödenen bedel; mal ve hizmetlerin para birimi ile ölçülen değişim değeri. Bu çerçevede bir mal veya hizmetin piyasadaki bir biriminin parasal ifadesine mutlak fiyat; başka bir mal veya hizmetin fiyatı cinsinden ifadesine de nisbî fiyat veya göreli fiyat denir.

Fiyat Politikası

(Prıce Polıcy) Devlet veya ekonominin yönetiminden sorumlu birimlerin, piyasanın genel seyrini etki­lemek, yönlendirmek, fiyatları istenilen düzeyde tutmak veya piyasada arz ve talebe göre serbestçe oluşan fiyatların isten­meyen sonuçlar doğurmasını önlemek amacıyla aldığı karar­lardan oluşan politika.

Fiyatlar Genel Düzeyi

(General Prıce Level) Teorik açıdan belirli bir dönemde bir ekonomideki tüm mal ve hiz­metlerin fiyatlarının tartılı ortalaması. Fiyat genel düzeyi, belli bir yılın baz olarak alınması ve cari yıldaki fiyatların baz yılı

fiyatlarıyla karşılaştırılması yoluyla ölçülür.

Fizibilite

(Feasabılıty) Gerçekleştirilebilir, ulaşılabilir olma durumu. Yapılabilirlik. Bîr projenin gerçekleştirilebilir ya da uygulanabilir olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılan teknik, malî, hukukî ve İdarî incelemeler İle piyasa ve kuruluş yeri araştırması gibi çalışmaların tümüne de fizibilite çalış­ması denir.

Fizibilite Çalışması

(Feasabılıty Study) Bkz. fizibilite

Fizikötesi

(Metaphysıcs) Bkz. metafizik

Fiziksel Antropoloji

(Physıcal Anthropology) Bkz. Antropoloji

Fiziksel Gerçeklik

(Physıcal Realıty) Gerçekliğin maddî eşya dünyasını kapsayan, elle tutulup gözle görülebilir, algı ve gözlem vasıtalarının işlerlik alanına giren nesnelerden olu­şan bölümü. Bkz. Metafizik Gerçeklik, Gerçeklik.

Fizyokrasi

(Physiocracy) Toprağın yegane zenginlik kay­nağı, dolayısı ile gerçek üretken faaliyetin de lanmla uğraş­mak olduğunu; diğer mesleklerin varlıklarını tarıma bağlı ola­rak sürdürmeleri nedeniyle bunların net hasıla üretmeyen kı­sır meslekler olduğunu savunan 18. yüzyıl iktisat ekolü. Başlı­ca temsilcilerini, fizyokratlar olarak da anılan, 18. yüzyılda yaşamış F. Quesnay, M. Rİviere, D. Nemours gibi bir grup Fransız iktisatçısının oluşturduğu fizyokrasi okuluna göre, yeryüzünde kendiliğinden işleyen doğal bir düzen vardır; mülkiyet hakkı da doğanın insanlara tanıdığı doğal haklardan biridir; insanların doğal haklarını kullanmalarının engellenme­mesi gerekir; devletin temel işlevi doğal düzeni korumaktır. Fizyokratların bu görüşlerinin, liberalizmin temel sloganı olan bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler1 e. ilham kaynağı oldu­ğu; sözkonusu fikirlerin A. Smİth başta olmak üzere tüm kla­sik iktisatçıları etkilediği kabul edilir. Ayrıca, fizyokratların ileri gelenlerinden F. Quesnay’in, bir ekonominin değişik kesimleri arasındaki karşılıklı ilişkileri çözümlemeye tâbi tuttuğu ekono­mik tablo’sunun, makro ekonomi modeli oluşturma deneme­lerinin ilki olduğu ve genel denge modellerine kaynaklık etti­ği kabul edilmektedir.

Fizyolojik İhtiyaçlar

(Physıologıcal Needs) Bkz. İh­tiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı

Fizyolojik Psikoloji

(Physıologıcal Psychology) însan davranışlarını belirleyen, etkileyen yahut insan davranışla­rı arasında korelatif bir İlişki kurulabilen, fizyolojik veya kim­yasal faktörleri inceleyen psikoloji dalı.

Fob

(Free On Board) Güvertede teslim. Bir malın alım-satırmnda, satıcının, malın gemiye yüklenmesine kadar oluşması muhtemel tüm zarar ve masrafları üstlenmesini ifade eden uluslararası taşımacılık deyimi.

Fobi

(Phobıa) Belirli bir duruma veya belirli bir nesneye karşı duyulan, mantıklı bir açıklaması olmayan ve kontrol edileme­yen şiddetli korku.

Fon

(Fıjnd) Belirli bir faaliyetin gerçekleştirilebilmesi için birik­tirilen veya ayrılan parasal veya parasal olmayan kaynakların tümü.

Fonksiyon

(Funcnon) Bkz. işlev

Fonksiyonel Gelir Dağılımı

(Functıonal Dıstrjbut On Of Income) Gelirin üretim faktörleri arasında, gördükle­ri fonksiyonlara göre bölüşülmesi. Belirli bir dönemde bir ekonomide yaratılan toplam gelirin emek, sermaye, toprak ve müteşebbisten oluşan üretim faktörleri arasındaki dağılımı. Buna göre toplam gelirden emek sahibinin aldığı paya ücret, sermaye sahîbininkine faiz, toprak sahibininkine rant, girişimcininkine de kâr denir.

Forfeyting

(Forfaıtıng) Genellikle dış ticaret işlemlerinden kaynaklanan vadeli alacakların bir banka veya uzman bir fî-nans kuruluşu tarafından satın alınması esasına dayalı bir tica­ret finansman tekniği. Buna göre ihracatçı vadeü olarak yaptı­ğı dışsatımdan doğan alacak hakkım temsil eden bono, poliçe vb. senetleri forfaiter adı verilen banka veya finans kurumuna devretmekte, böylece hem alacağının ödenmemesi riskinden kurtulmakta, hem de nakit kaynak temin etme imkânına ka­vuşmaktadır.

Formel Grup

(Formal Group) Bkz. Grup

Formel Mantık

(Formal Logıc) Her türlü mantıksal kurgu ve çıkarımın temelini oluşturan üç ilkenin oluşturduğu formel çerçeve. Sözkonusu mantık ilkeleri şunlardır:

1. Özdeşlik (Ayniyet) İlkesi; A kendisidir; A, A’dır.

2. Çelişmezlik İlke­si: A, non-A (A değil) değildir.

3. Üçüncü İhtimalin Yoklu­ğu İlkesi A ve non-A arasında üçüncü bir ihtimal yoktur. Bu ilkeler bir cümlede şöyle özetlenebilir: Bir şey kendisinin ay­nısıdır; ya vardır veya yoktur; ya kendisidir veya değildir; bir şeyin aynı anda, hem var hem yok, hem kendisi hem de baş­ka bir şey olması mantıksal olarak mümkün değildk. Diyalek­tik mantıkta ise bu ilkelerin tersi savunulmaktadır. Bkz. diya­lektik MANTIK.

Formel Örgüt

(Formal Organızatıon) Bkz. örgüt

Forum

Gündemdeki bir konunun daha önce ayarlanmamış ko­nuşmacılar tarafından tartışıldığı ve toplantıda bulunan herke­sin konuyla ilgili konuşma hakkına sahip olduğu toplantı.

Fraksiyon

(Fractıon) Bkz. Hizip

Fransız Devrimi

(French Revolutıon) 1789’da Fransa’da, yükselen burjuva sınıfının toplumsal dengelerde yeni ve üstün bir yer elde etmek amacıyla harekete geçmesiyle başlayan, konjonktürel toplumsal faktörlerin de yardımıyla gerçekleşerek, sonuçta topyekün toplumsal yapının değişmesine yolaçan devrim. Öte yandan, Fransız devrimi, merkezî krallıkların ege­menliklerinin zayıflayarak milliyetçilik fikirlerinin yayılması ve millî devletlerin doğması; özgürlük, eşitlik, adalet vb. söy­lemlerinin güçlenmesi; insan, toplum ve evren tasavvurunun laikleşmesigıbi dünya çapındaki süreçlere esin kaynağı ol­muştur.

Freudizm

(Freudısm) S. Freud’un görüşleriyle biçimlenen psi­koloji ekolü. Buna göre yaşamın değişik aşamalarında etkilen­me biçimi değişse de özelde bireylerin etkinliklerinin, genelde uygarlıkların oluşumunun itici gücü bastırılmış cinsel istekler­dir. Bu çerçevede, kişiyi eyleme sevkeden sözkonusu cinsel enerjiye libido; ruhun haz elde etme isteğine içben (İd); bu isteğin aklî manipülasyonlarla örgütlenmesine ben (ego); sözkonusu manipülasyonlann toplumsal düzeyde kabul edilebi­lirliğine de üstben (süperego) denmektedir. Örn. Cinsel istek içben’e, cinsel beraberlik ben’e, evlilik de üstben’e karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle Freudizme göre ruhsal yapı id, ego ve süperego olmak üzere üç bölgeye ayrılır. İçgüdülerin yeraidiğı bölge id; kişinin tüm düşünce ve davranışlarını gü-düleyen bilinç alanı ego; bütün toplumsal, kültürel, ahlakî ve geleneksel yasaklayıcı kuralların bulunduğu sansür bölgesi İse süperego’dur. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi sözkonusu üç alanın birbiriyle uyumuna bağlıdır. Uyuşmanın bozulması nevrozların ortaya çıkması demektir.

Frffidmancılık

(Frıedmanısm) Bkz. parasalcıuk

Froydçuluk

(Freudısm) Bkz. Freudizm

Fundamentaıizm 

(Fundamentalısm)  Yirminci yüzyılın

başlarında, Kitab-ı Mukaddes’in nihaî otorite olduğunu kabul ederek modernist ve bilimsel eleştirilere karşı çıkan Hıristiyan hareketi, özellikle 1960’İİ yıllardan sonra Batılılaşma, mo­dernleşme ve laikleşmeye karşı çıkan ve sağlam, güvenilir ve bağlayıcı nitelikteki bilgilerin, İslâmın kaynak kitaplarında mevcut olduğu için, hakikatin modern literatürde deşil bu kaynaklarda aranması gerektiğini savunan yaklaşıma da islâm nmdamentalizmi denmektedir.

Fütüroloji

(Futurology) Bkz. gelecekbiıim

 

G

 

Garanti

(Guarantee) Bkz. Teminat

Gatt

(General Agreement On Tarıffs And Trade) Bkz. Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlaşması

Gayri İradî İşsizlik

(Involuntary Unemployment) Bkz. issizlik

Gayri Safî Millî Hasıla

(Gross Natıonal Product) GSMH. Belirli bir dönemde bir ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin brüt toplamı. Bir ülkede üreti­len nihaî mal ve hizmetlerin toplam değerine dış ekonomik İlişkilerden elde edilen net döviz kazancının eklenmesi İle el­de edilen hasıla. Matematiksel ifadesi ile GSMH = yurt İçi GSMH + dış dünyadan elde edilen faktör gelirleri- dış dünya­ya yapılan toplam faktör ödemeleri. GSMH’dan sermaye mal­larının yıpranma ve eskime payının düşülmesiyle elde edilen değere de safî mİlK hasıla denir. Matematiksel ifadesiyle SMH=GSMH-Amortismanlar.  

Gayrimenkul

(Immovable) Taşınmaz. Hareketsiz. Nitelik ve değerine zarar vermeden kolaylıkla yerinin değiştirilmesi ‘ mümkün olmayan, veya taşınması imkânsız olan mallar. Örn. Ev, arazi, dükkan.

Gecekondu

Genellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde ve hızlı sanayileşen bölgelerde görülen, kırsal bölgeden kente göç edenlerin, -çoğunlukla da kendilerine ait olmayan araziler üze­rinde, altyapı hizmetlerinden yoksun olarak inşa ettikleri der­me çatma evler. Bu evlerin oluşturduğu yerleşim bölgelerine de gecekondu bölgesi denmektedir.

Geçerlilik

(Valıdıty) Geçerli olma durumu. Bir ölçme aracı­nın yahul, ölçme biçiminin, ölçülmek İstenen şeyi ölçmeye uy­gun olma yeteneği. Örn. Uzunluğun metre ile, ağırlığın terazi ile ölçülmesi gibi. Bkz. güvenilirlik.

Geçersizlik

(Invalıdıty) Geçersiz olma hali. Bir ölçüm ara­cının yahut ölçme biçiminin ölçülmek İstenen şeyi ölçmeye uygun olmaması. Örn. Terazinin mesafe ölçmek için uygun bir araç olmaması, anketin bilinçli olarak gerçek düşüncesini gizleyen birisinin düşüncelerini öğrenmek İçin uygun bir araç olmaması.

Geçici Hipotez

(Ad Hoc Hyphothesıs) Ad hoc hipotez. Durumu kurtarmaya yönelik olmak üzere eldeki kuramı kav­ramsal manevralarla, ya da duruma uygun düzeltmeler yardı­mı ile, çelişki oluşturan olgu karşısında savunmayı, ayakta tut­mayı amaçlayan hipotez. Bkz. hipotez.

Geçici İşsizlik

(Temporary Unemployment) Bkz. işsiz­lik

Geçim Ekonomisi

(Subsıstence Economy) 1. Üretici bi­rimlerin üretimlerini pazar İçin değil, kendi ihtiyaçları için yaptığı, sözkonusu birimlerin tüketim için de pazara bağımlı olmadığı ve dar bir işbölümüyle üretimin tamamlandığı eko­nomi.

2. Ekonomik değişimin pazarının olmadığı ekonomiler. Bkz. Pazar Ekonomisi.

Geçim Endeksi

(Cost Of Lıvıng Index) insanların belirli bir yaşam düzeyini sürdürebilmeleri İçin yapmaları gereken harcama miktarlanndaki değişmelerin İncelenebilmesi amacıy­la kullanılan; beslenme, giyinme, barınma ve kültürel İhtiyaç­larla ilgili harcamaların dahil edildiği endeks.

Gelecekbilim

(Futurology) Fütüroİoji Değişik oranlarda tüm disiplinlerin verilerini kullanmak suretiyle, daha çok kur­gusal nitelikte ve İnsanlığın geçirdiği tarihsel seyri de dikkate alarak yapılan, gelecek ile ilgili öndeyilerin oluşturduğu bilgi­ler bütünü.

Gelenek

(Tradıtıon) Bir topluluğun kendinden önceki nesil­lerden devralıp kısmen dönüştürerek sonraki nesillere devret­tiği, inanç, kurum ve seremonileri de içeren her türlü toplum­sal pratik. En evrensel anlamda, insanı İlâhî olana bağlayan İl­keler.

Gelenekçilik

(Tradıtıonalısm) Gelenek taraftarlığı. Tra-dİsyonaUzm. Toplumdaki inanç, kurum ve kuralların meşru­luklarını, geçmiş dönemlerde de uygulanmış olmalarına da­yandıran davranış veya düşünüş biçimi. Geleneksel olanı mo­dern olana tercih etme tavrı. Gelenekler ya da geleneksel de­ğerlerin korunup yaşatılması gerektiğini savunan yaklaşım.

Geleneksel Değer

(Tradıtıonal Value) Bkz. Değer

Geleneksel Otorite

(Tradıtıonal Authorıty) Weber’ci sosyolojide meşru güç kullanım biçiminden biri olan ve ikti­dar veya güç kullanımının meşruluğunun, geleneksel olarak hep öyle yapılıyor olmasıyla temellendirildiği otorite. Buna göre iktidarın meşruluğu, elde ediliş yöntemi ve nasıl değişe­ceği geçmişteki uygulamalar tarafından belirlenir. Bkz. Karî Matik Otorite, Yasal-Ussal Otorite, Otorite, İktidar.

Gelir Ortaklığı Senedi

(Profıt Sharıng Certıfıcate) Köprü, baraj vb. gibi mülkiyeti kamuya ait altyapı tesislerinin gelirlerine gerçek ve tüzel kişilerin ortak olmasını sağlayan; belirli miktarlarda anapara yatırılarak alınıp belirli bir dönem boyunca ilgili tesisten elde edilen gelirlerden, konulan anapa­ra oranında pay alınmasını sağlayan ve dönem sonunda ana-, paranın geri alınabilmesinin mümkün olduğu bir tür iç borç­lanma senedi.

Gelir Tablosu

(Income Table) Bir işletmenin, belli bir he­sap döneminde katlandığı tüm gider ve zararlarla, aynı dö­nemde sağladığı gelir ve kârları, ayrıntılı ve birbirleriyle karşı-laştırılabilir bir sistematik içinde sunan, dönemin faaliyet so­nucunu da kâr veya zarar olarak belirten finansal tablo.

Gelir Teorisi

(Income Theory) Uluslararası ticareti ülkele­rin talep yapılarına göre açıklayan ve gelir düzeyleri benzer yapıda olan ülkelerin talep yapılarının da birbirine benzer ni­telikte olacağım, dolayısıyla gelir düzeyleri birbirine yakın olan gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkelerin daha çok kendi aralarında ticaret yapacaklarını İleri süren görüş.

Gelir Vergisi

(Încome Tax) Genellikle bir yılda olmak üze­re, gerçek kişilerin belirli bir dönemde elde ettikleri gelir ve “kazançların net tutarı üzerinden, yükümlüsünün kişisel ve ailevî durumu da gözonüne alınarak, artan oranlı tarifeye göre alınan sübjektif ve dolaysız vergi. Bkz. vergi.

Gelişigüzel Örnekleme

 

(Accıdental Samplıng) Bkz. Örnekleme

Gelişim Aşamaları

(Stages Of Development) Marksist iktisat terminolojisinde, belirli bir ekonomik ve sosyal formas­yon içinde yeralan belirgin ve göreli özerk tarihsel evrelere verilen ad. Her üretim tarzında varolduğu kabul edilen baş­langıç, serpilme ve olgunluk, düşüş ve geçiş aşamaları. Bu . çerçevede örneğin kapitalizmin gelişim aşamaları ticarî kapita­lizm, smaî kapitalizm ve tekelci kapitalizm (emperyalizm) ola­rak sıralanmaktadır. Bkz. aşamalar kuramı.

Gelişim Psikolojisi

(Developmental Psychology) Değişik yaş gruplarında görülen olgunlaşma aşamalarını belli bir sistematik çerçeve içinde inceleyen psikoloji dalı.

Gelişme Sosyolojisi

(Sociology Of Development) Ulusal düzeydeki sosyal değişimin anlam, nitelik ve içeriğiyle; dünya sisteminde meydana gelen değişikliklerin sözkonusu küçük toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini inceleyen disiplin.

Gelişmekte Olan Ülkeler

(Developıng Countrıes) Sa­nayileşme yarışında gelişmiş kapitalist ülkelerin gerisinde kal­mış, sömürgecilik sürecinde kaynaklarına el konulduğu için gelişememiş ya da gelişmeleri engellenmiş ülkeler İçin, azge­lişmiş, gerikalmış ya da gelişmemiş gibi olumsuz çağrışımları olan nitelemelerin yerine ikame olarak kullanılan deyim. Kavram, geri kalmışlık çemberini kırmaya çalışan ülkelerin kalkın­ma çabalarını vurgulamak üzere de kullanılmaktadır.

Gemeınschaft

Bkz. Cemaat

 

Gender

Cinsiyet rollerinin kültürel olarak ayrıştırılması. Kadın ve erkek arasındaki farklılığın biyolojik unsurların yanında toplumsal ve kültürel olarak oluşturulan yönü; kadın ve erke­ğe toplumsal ve kültürel oiarak yüklenen cinsiyet rolleri.

Gender Sosyolojisi

(Sociology Of Gender) Kadın ve erkek arasındaki farklılığın kültürel ve toplumsal olarak nasıl kurulduğunu, kadın ve erkeğin toplumsal yapı içindeki du­rumlarını, kadınlık ve erkeklik kimliğinin oluşum sürecini İn­celeyen sosyoloji dalı.

Genel Denge

(General Equılıbrıum) Ekonominin tüm ke­simleri ile ekonomik birimlerin ürettiği mal ve hizmetlerin arz, talep ve fiyatlarının birbiriyle tutarlı olması, bir eksiklik veya fazlalığın olmaması durumu. Bu tutarlılığın matematiksel yön­temlerin de yardımı İle sağlanmaya çalışıldığı kurama genel denge kuramı, bu amaçla yapılan çözümlemelere de genel denge analizleri denir.

Genel Denge Analizi

(General Equılıbrıum Analysıs) Bkz. Genel Denge

Genel Denge Kuramı

 

(Theory Of General Equılıbrıum) Bkz. Genel Denge

Genelleme

(Generalizatıon) 1. Tek tek bireyler ya da bi­reysel olaylarda bulunan özelliklerin tüm bireyler yahut birey­lerin toplamından oluşan küme İçin de geçerli olduğunun ka­bul edilmesi.

2. Bir organizmanın, şartlandığı durumlara ben­zeyen durumlara da benzer tepkiler göstermesi.

 

Geniş Aile

(Extented Famıly) Bkz. Aile

Genörgüt

(Bureaucracy) Bkz. bürokrasi

Gens

İktisadî kaynaklar ile siyasal iktidarın paylaşımının henüz hiyerarşik ve otoriter bir nitelik kazanmadığı, üyelerinin her konuda eşit olduğu, kandaşlık bağıyla birbirlerine bağlı İnsan topluluğu. (LHMorgari) Bkz. askerî demokrasi, aşiret, bar­barlık.

Gensoru

(Interpellatıon) Parlamenter sistemde yasamanın yürütmeyi denetleme yollarından birisi olarak, millet meclisin­de bakanlar kurulunun genel politikasının veya bir bakanın bakanlığı ile ilgili İşlerden dolayı siyasî sorumluluğunun tartı­şıldığı, güvenoylamasıyla sonuçlanan genel görüşme. Bkz. gü­venoyu.

Gerçekçilik

(Realısm) 1. Realizm. Bilgi öznesinin zihinsel tasavvurlarından bağımsız olarak, bir nesneler dünyasının va­rolduğunu ve bu dünyanın, insanın sahip olduğu bilgi edinme araç ve yöntemleriyle bilinebileceğini savunan görüş. Bkz. gerçeküstücülük..

2. Zihinsel olana değil, algıla nabilir-gözlemlenebilir olana göre davranma; olguları kuramlara tercih etme. Bkz. deneycilik.

Gerçeklik

(Realıty) Realite. Varoluş dünyası. Gerçekten va­rolma. Zihinsel bir tasan veya zihinsel bîr yaratma ürünü ol­mayıp, zihnin dışında, onun bilip bilmemesine bağlı olmaksı­zın mevcut olma durumu. Kişiden kişiye değişmeyen, değer yargılarına bağlı olmayan gerçekliğe nesnel gerçeklik veya objektif realite; değer yargılarına bağlı olması nedeniyle farklı kişilerce değişik biçimde algılanabilen gerçekliğe de öz­nel gerçeklik ya da sübjektif realite denir. Bkz. Mutlak Gerçeklik, Göreli Gerçeklik, Olgusal Gerçeklik, Potansiyel Gerçeklik, Metafizik Gerçeklik, Fiziksel Gerçeklik.

Gerçeklik İlkesi

(Realıty Prıncıple) İçbenin isteklerinin karşılanmasında fiziksel ve sosyal koşulların dikkate alınması. (Freud) Bkz. haz ilkesi.

Gerçeklik Yargısı

(Realıty Judgement) Gerçekliğin algı­lanması, kavranması, kavramsaüaştınlması ve yorumlanmasın­da, bir şeyin gerçekliğinin bulunup bulunmadığının tespitinde kullanılan doğru-yanltş ya da gerçek-yalan nitelemesi ile ifa­de edilen yargı. Bkz. estetik yargısı.

Gerçeküstücülük

(Surrealısm) Sürrealizm. Siyasal, sos­yal ahlakî veya estetik bir kaygı taşımadan, düşüncenin tama­men özgürleştirilerek insan zihninin engelleyici mekanizma­lardan arındırılması sonucu üretilecek düşünsel ve sanatsal ürünlerin ancak insanın gerçekliğini yansıtabileceğini savu­nan, 20. yüzyılın İkinci çeyreğinde, daha çok sanat ve edebi­yat alanında etkili olmuş akım. Bkz. gerçekçilik.

Gerilim

(Tensîon) Bir ihtiyacın giderilememesi, beklentilerin gerçekleşememesi veya sınırlama ya da engellemeler yüzün­den istenilen biçimde davranılamaması sonucu meydana ge­len duygusal yoğunlaşma.

Gerilla

(Guerılla) Bkz. çete

Geribesleme

(Feedback) Bir sistemde sistemin ürettiği kimi sonuçların veya çıktıların bazı özelliklerinin sözkonusu siste­min yeniden üretilmesi sürecinde düzenleyici bir işlev yerine getirmesi durumu.

Gerileme

(Regressıon) Bir ruhsal çatışmanın, önüne geçile­meyecek ve kişinin çevresiyle uyumunu imkânsızlaştıracak düzeye ulaşması durumunda; artık daha kompleks davranışla­ra gücü yetmeyen sözkonusu kişinin kolaylıkla intibak edebi­leceği ilkel davranış Örneklerine dönmesi. Örn. Arzulan en­gellenen yetişkin bir kişinin çocuklar gibi davranması, çocuk­ça tepki göstermesi.

Gresham Yasası

(Gresham Law) “Kötü para iyi parayı ko­var ” cümlesinde ifadesini bulan, İngiliz düşünürü Gresham’ın iktisat literatürüne kazandırdığı ilke. Buna göre piyasada iki farklı paranın birlikte bulunması durumunda değeri düşük olan para tedavülde kalırken değeri yüksek, sağlam para sak­lanır; sonuçta kötü para iyi parayı piyasadan kovmuş olur.

 

Gıda Ve Tarım Örgütü

(Food And Agrıcultural Or­ganı Zatıon) Tarımsal alanlarda yaşam standardını yükseltmeye ve dün­ya gıda sorununun çözümüne yönelik çalışmalar yapmak; ihti­yaç içindeki ülkelere teknik yardım sağlamak; tarım orman ve balıkçılık konularında verimi artına araştırmalar yapıp İstatis­tikler yayınlamak amaçlarına yönelik olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı bünyesinde. 1945!te kurulmuş olan Örgüt.

Giffen Mauarı

(Gıffen Goods) Bkz. Gıffen paradoksu

Giffen Paradoksu

(Giffen Paradox) Glffen çelişmesi

Arz-talep kanununda ifadesini bulan genel kuralın aksine, ba­zı malların fiyatları yükselirken taleplerinin de yükselmesi şek­linde ortaya çıkan paradoksal durum. Bu tür paradoksal du­rumlar daha çok sınırlı bir gelir düzeyine sahip kesimlerde zo­runlu gıda maddelerinin fiyatlarının artması durumunda, diğer tüketim maddelerine ayrılabilecek gelirin İyice azalması nede­niyle, sözkonusu olmaktadır. Bu şekilde, fiyatları artarken tü­ketim talepleri de yükselen mallara giffen malları denir.

Girdi

(Input) Belirli bir ürünün üretilmesi için kullanılan fak­törlerden her biri. Üretim sürecinin çıktı üretebilmesi için kul­lanılması zorunlu hammadde, emek veya mali kaynak.

Girdi-Çıktı Analizi

(Input-Output Analysıs) Nihaî mal ve hizmetlere yönelik talepte bîr değişiklik öngörüldüğünde, bu değişikliğin dolaylı ve dolaysız olarak ekonominin tüm sektörlerinde nasıl bir etki yaratacağının hesaplanabilmesi amacıyla, nihaî mal ve hizmet talebiyle bunlar İçin gerekli hammadde, emek vb. temel girdiler arasındaki bağlantıların, kısaca ekonomideki tüm üretim ilişkilerinin yapısının irdele­nip çözümlenmesi.

Girişim

(Enterprıse) Teşebbüs. Faaliyete girişme. Kâr etmek amacıyla, bir üretim faaliyetini organize etme; bir çıktı üret­meye yönelik olarak, emek, sermaye gibi üretim faktörlerini bir araya getirme.

Girişimci

(Entrepreneur) Müteşebbis. Temelde kâr elde et­mek olmak üzere değişik amaçlarla, gerekli riski göze alarak, toprak, emek veya sermaye gibi üretim faktörlerini bir araya getiren, mal veya hizmet üretimi için gerekli ortamı hazırlayan kişi.

Gizem

(Mystery) Sır. Duyu ve algıların ötesinde, bilgisine aklî yöntemlerle ulaşılamayan, insana kapab olan şey.

Gizemcilik

(Mystıcısm) 1. Mistisizm. Bilinçli olarak bütün açıklamaların sonunda anlaşılamaz, bilinemez noktalar bırak­ma, merak konusu olan belirli şeyleri açıklamaktan kaçınma.

2. Tasavvuf. Ruh terbiyesiyle manevî hiyararşide duygusal ve sezgisel süreçleri kullanarak İlerleme; kendisini bu yolla ru­hen temizleme esasına dayalı Allah’a ulaşma yolu.

Gizli İşlev

(Latıent Functıon) Bkz. işlev

 

Gızu Issızlık

(Hıdden Unemployment) Bkz. İşsizlik

Glasnost

Açıklık politikası Genel olarak sosyalist sistemin demokratikleştirilmesi olarak nitelenen, Mikhail Gorbachev’İn Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliğine getiril­mesinden sonra, 80’li yılların İkinci yarısında SSCB’de yürürlü­ğe konan politika. Demir perdelerin kaldırılması ve uluslarara­sı ilişkilerde tarafların birbirlerini olup bitenlerden haberdar etmeleri İlkesine dayalı, basın, sanat ve bilimsel faaliyetlere daha fazla özgürlük tanınmasını, sansürün hafifletilmesini, eleştirilere ve muhalif görüşlere hoşgörü ile yaklaşılmasını ön­gören açıklık politikası.

Gossen Kanunları

(Gossen Laws) Marjinalizmin öncüsü . kabul edilen Gossert İn sübjektif fayda kuramını oluşturan ka­nunlar. Gossen kanunları şu şekilde özetlenebilir.

1. Azalan marjinal fayda kanunu: Belirli bir ihtiyacın tatmininde kulla­nılan bir malın türdeş birimleri tüketildikçe İhtiyacın şiddeti azalırken, tüketilen her ek birimden elde edilen fayda azalır.

2. İhtiyaçların optlmal dağılımı kanunu: Sonsuz olan ihti­yaçlar, birden fazla İhtiyacın giderilmesi halinde, tüketicinin tatmininin belirli bir noktada ençoklaşmasına imkân verecek bir optimallikte dağılmıştır.

3. Sübjektif değer kanunu: Fay­da kıtlıktan doğar ve mal ancak doyum için gereken miktar­dan daha az İse sübjektif bir değere sahiptir.

Göç

(Mıgratıgn) Bir yerleşim biriminden, gruptan ya da belli bir siyasal sınırı olan toprak parçasından başka bir birime doğru, kısmen sürekli birey veya kitle hareketi. Bir ülke sınır­larının içinde kalmak şartı ile meydana gelen nüfus hareketi­ne içgöç nüfusun ülke sınırları dışına akmasına da dışgöç denir.

Göçebe

(Nomad) Bkz. göçebecİIİk

Göçebecilik

(Nomadısm) Sabit bir mekâna yerleşmeyip, ik­lim ve coğrafî şartlara bağlı olarak daha avantajlı yerleşim bi­rimlerine periyodik aralıklarla göç etme esasına dayalı yaşam tarzı. Bu yaşam tarzını benimseyen kişilere de göçebe yahut göçer denir. Anadolu dilinde göçerlere yöruk denmektedir.

Göçerlik

(Nomadısm) Bkz. göçebeciiik

Gölge Gerçeklik

(Epıphenomenon) Herhangi bir sürecin işleyişine kayda değer bir katkısı olmayan, sözkonusu sürecin bir yan ürünü olarak meydana gelen şey.

Gölge Kabine

(Shadow Cabınet) Bazı Batı ülkelerinde, bir nevi hükümet gibi çalışan, iktidara en yakın olan muhalefet partisinin, bir yandan muhalefet görevini yaparken diğer yan­dan da iktidara gelmesi halinde gerekecek olan hükümet ele­manlarını hazırlamak amacıyla kurduğu çalışma grubu.

Görecelilik

(Relatıvısm) Rölativizrn izafiyet. Her türlü bil­gi, yasa, İlke ya da açıklama modelinin mutlak olmayıp değiş­ken bir nitelik taşıdığını, bu nedenle de ancak kısmî, zaman içinde değişmeye mahkûm, geçici bir değer taşıdığını savunan yaklaşım.

Görecelilik Paradoksu

(Paradox Of Relatıvıty) Bir yargı, değer, bilgi veya kavrayışın göreceliliğini dile getiren ifadenin bizzat kendisinin mutlaklık içeren bir nitelik taşıması. Örn. Değer yargılan görecelidir ifadesinin İçerdiği yargının göreceli olmadığının kabul edilmesi.

Göreli Gerçeklik

(Relatıve Realıty) İzafî gerçeklik. Gerçekliği kendisinden kaynaklanmayıp, mutlak’a göre varlık ve anlam kazanan, mutlak varlığın dışındaki herşeyi, kısaca tüm yaratılmışlar alemini içine alan gerçeklik kategorisi.

Göreli Özerklik

(Kelatıve Autonomy) Bkz. devletin gö­rece Özerkliği

Göreli Yoksunluk

(Relatıve Deprıvatıon) Nesnel ölçüt­leri olmayan, durumdan duruma değişen ve bireylerin refe­rans gruplarıyla kendilerini kıyasladıklarında sahip olama­dıkları şeylerden dolayı hissettikleri yoksunluk duygusu.

Görüngü

(Phenomenon) Fenomen. Somut, algılanabilir bir biçimde ve anlaşılabilir kategorilerle ifade edilebilecek biçim­de varolan.

Görüngübilim

(Phenomenology) Fenomenolojİ. Duyu organları aracılığı ile kavranabilen gerçekliğin dışında gerçek­lik ve sağlam bilgi olmadığını, bu yüzden bilginin alanının fe­nomenlerin bilgisi İle sınırlanması gerektiğini savunan yakla­şım.

Görünmez El

(Invısıble Hand) 1. Liberal iktisat düşüncesi­ne göre, iktisadî hayatın düzenlenmesi sırasında fiyat meka­nizması aracılığıyla kendini gösteren ve piyasadaki dengeyi sağlayan düzenleyici güç.

2. Toplumu oluşturan bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda, kendi menfaatlerine en uygun olanı elde etmeye çabalarken, aynı zamanda ve otomatik ola­rak toplumun çıkarlarına da hizmet etmiş olacakları görüşün­den hareketle; her bireyin, kendi çıkarları için çalışırken, İçen­di niyeti olmaksızın, doğal olarak toplumun yararına da hiz­met etmiş olmasını sağlayan, görünmeyen güç (A. Smitb). Buna göre bireyler kendileri için en iyi olana ulaşmaya çabalar­ken görünmez el sayesinde, toplum menfaati için çalıştıkları zamana oranla bile, daha fazla bir toplumsal faydanın gerçek­leşmesini sağlamış olurlar.

Görüş

(Opınıon) 1. Bir olay, kişi veya etkinlikle İlgili, değişi­me ve itiraza açık, olgusal olarak doğru la namayabilen tavır veya inançlar.

2. Mantıksal bir temele dayanan, fakat akla yat­kın itiraza da açık olan önerme veya düşünce.

3. Kanı. Lehte veya aleyhte bîr tutuma eşlik edecek biçimde benimsenen ifa­de.

Gösteriş Tüketimi

(Luxury Consumptıon) Toplumsal hi­yerarşide sınıf değiştirerek üst katmanlara tırmanan tüketicile­rin, malların fiyatlannın yükselmesi karşısında taleplerini azalt­mak yerine artırmaları; daha ucuz ve tasarruf sağlayıcı madde­lerle ihtiyaçlarını giderebilecekleri halde, daha pahalı madde­leri tercih etmeleri şeklinde ortaya çıkan, gösteriş amacıyla yaptıkları tüketim. Bkz. Tüketim.

Götürü Vergi

(Lump-Sum Tax) Gerçek vergi tabanı aran­maksızın ve vergi mükellefinin özel bireysel durumu dikkate alınmaksızın, kanunla belirlenmiş kriterlere ve yöntemlere gö­re genel takdirle bütün bir mükellef grubu için belirlenen ver­gi türü. Bkz. vergi.

Gözlem

(Observatıon) Bilgi edinmek amacıyla, bilinçli, planlı ve sistemli bir şekilde olay, nesne veya İlişkilerin duyu organları aracılığı ile incelenmesi. Bkz. deney, kuram.

Gramatik İfadeler

(Grammatıcal Expressıons) Dilin ifade yapısı ya da kavramsal düzeni ile ilgili ifadeler. Bu İfade­lerin kanıtlanmalarının, sağlanabilirliklerinin İstenmesi veya bir gramatik İfadenin inanıyorum ki Ön takısı İle başlaması anlamsızdır. Bkz. ifadelerin gramatik ayırımı.

Gramer

(Grammar) Bir dil içinde yeralan kelimelerin anlamlı cümleler biçiminde birleştirilmesini sağlayan dilbilgisi kuralla­rının toplamı.

Gramer Hatası

(Grammatıcal Error) Bkz. gramer Kaydırmacası

Gramer Kaydırmacası

(Grammar Shıftıng) Belirli bir gramerde sorulmuş bir soruya farklı bir gramerde cevap veri­lerek, soru ile cevabın düzlemlerinin kaydırılması. Örn. Hipo­tetik bir soruya hipotetik olmayan bir cevap vermek; dinî bir soruya teorik bir cevap aramaya çalışmak; tarihî açıklama ge­rektiren bir soruya dinî bir gramerde cevap vermeye çalışmak gibi. Bu şekilde, belirli bir gramerin sorusuna farklı bir gra­merde cevap arama yanlışına gramer hatası Ha denir.

Grev

(Strıke) 1. Ücretlilerin, çalışma ve ücret şartlarında bir düzelme elde etmek amacıyla hep birlikte işi durdurmaları ey­lemi.

2. Emek piyasasında işçi ile işverenlerin ücretler, sosyal haklar ve diğer çalışma koşulları ile İlgili olarak yaptıkları pazarlık sonunda anlaşmaya varamamaları durumunda İşçilerin toplu halde işi bırakmaları. Bkz. lokavt, toplu sözleşme.

Grup

 

(Group) Birbirine ortak değerlerle bağlı, birliktelik duy­gusu taşıyan insanlardan oluşan topluluk.

Belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş, bağlayıcı kuralları, hiyerarşik yapı ve iktidar ilişkilerini düzenleyen bir lideri olan gruba formelgrup; kendiliğinden oluşan ve kural­ları bağlayıcı olmayan gruba da İnformel grup denir. Bkz. Cemaat, Toplum.

Grup Normu

(Group Norm) Bir grup, sınıf, kültür veya top­lumun çoğunluğu tarafından yaygın biçimde paylaşılan değer­ler, davranışlar veya ortak beklentiler.

Gsmh

 

(Gnp) Bkz. Gayri Safî Millî Hasıla

Güç Dengesi

(Balance Of Power) 1. Gücün karşıt taraflar arasında dengeli bir biçimde dağılması. Belirli bir alanda birbi­rine rakip güçlerin, yelpazenin belirli kanatlarını işgal etmek suretiyle oluşturdukları dengeli bütünlük.

2. Uluslararası ilişki­lerde, zamanla değişse de ülke veya diğer uluslararası aktörlerin güçlerinin dengelendiği fiilî durumlar, ya da bu durumlar sonucu ortaya çıkan politikalar. Bkz. dehşet dengesi.

Güdü

(Motive) Kişinin enerjisini belirli bir amaca yönelten davranışının, bilinçli yahut bilinçsiz nedeni. Bir İhtiyacın gide­rilmesi veya bir amacın gerçekleştirilmesine yönelik davranı­şın meydana gelmesini sağlayan güç. Bkz, dürtü.

Güdümlü Demokrasi

(Command Democracy) Demokra­tik süreçlere alışmamış bir toplumda demokrasinin bazı un­surlarının kullanıldığı, demokrasiye geçişte mülayim bir dikta­törlük olarak görülebilecek yönetim biçimi.

Güdümlü Ekonomi

(Command Economy) Örgütlenme, İşbölümü ve denetimin merkezi bir otorite tarafından yapıldı­ğı, fiyatlar genel düzeyi, ihracat, ithalat, kâr oranı vs. ile İlgili kararların sözkonusu otorite tarafından belirlendiği ekonomi. Bkz. Serbest Piyasa Ekonomisi.

Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlatması

(Ge­neral Agreement On Tarıffs And Trade) kinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ticaretin önündeki engelleri or­tadan kaldırmak, tercihli ticaret anlaşmasını önlemek ve dev­letlerarası ticareti liberalize etmek amacıyla 1947 yılında yapı­lan uluslararası ticaret anlaşması, özünde bîr anlaşma olan GATT, sayılan amaçların gerçekleştirilmesine yönelik faaliyet­lerde bulunmak ve yükümlülüklere uyulup uyulmadığını de­netleme zorunluluğu nedeniyle pratikte bir kuruluş kimliği ka­zanmıştır. 1960’h yıllarda oldukça etkin bir işlev gören kuru­luş, 1970’li yıllarda yeni korumacı eğilimlerin güçlenmesi ve kotalar, çifte vergilendirme, tercihli ticaret anlaşmaları gibi ye­ni ticarî engellerin İhdas edilmesiyle etkinliğini önemli ölçüde yitirmiştir.

Gümrük Birliği

(Customs Unıon) Üye ülkelerin kendi ara­larındaki gümrük tarifeleri ya da vergilerini kaldırıp, üçüncü ülkelere karşı da ortak gümrük tarifesi uygulamalarını öngö­ren iktisadî bütünleşme biçimi.

Gümrük Tarifesi

(Customs Tarıff) İthal edilen mallar üze­rinden alınması gereken yergi miktarı veya oranlarını gösteren liste, vergi cetveli.

 

Gümrük Vergileri

(Customs Duties) İthalat, ihracat ya da transit geçiş nedeniyle gümrük sınırlarını aşan mallardan alı­nan vergiler.

Günah Keçisi

(Scapegoat) 1. Saldırganlık duygularının asıl hedeflerine yöneltilemediği durumlarda bu duyguların yönel­tilerek tatmin edildiği kişi, grup veya nesneler.

2. Felâket de­recesinde kötü sonuçlar doğuran olayların sorumluluğunun, sözkonusu olayları ortaya çıkaran siyasal, kültürel, tarihsel, ekonomik vs. faktörlere dağıtılması yerine, kolaycılığa kaçarak tek bir faktöre yüklenilmesi durumunda, tüm günahların yük­lendiği sözkonusu kişi ya da nesneye verilen sembolik isim. Örn. îkinci Dünya Savaşını hazırlayan koşullar, egemen güçler arasındaki paylaşım mücadelesi ve Almanların koyu milliyetçi eğilimleri., gibi faktörleri dikkate almadan, savaşın tüm so­rumluluğunun A. Hitle?e yüklenmesi.

Güven Belgesi

 

(Letter Of Credence) Bir kişinin diploma­tik temsilci olarak atanmasını tayin edildiği devlete duyuran, temsilcinin resmî sıfatını belirten ve kendisine itimat edilmesi­ni isteyen resmî mektup. Büyükelçi ve ortaelçilerin güven bel­gesi devlet başkanından devlet başkanına; işgüderlerin (mas­lahatgüzar) güven belgesi ise dışişleri bakanından dışişleri ba­kanına hitaben yazılır.

Güvenilirlik

(Reliabılity) 1. Güvenilir olma hali. Kendisine can ve mal emanet edilebilir olma. Bir kişinin, kendisinden zarar gelmeyeceğine ve emanete hıyanet etmeyeceğine dair çevresinin güvenini kazanmış olması.

2. Bir ölçüm aracının veya ölçme tekniğinin ölçülen şeyi benzer şartlar altında her zaman aynı şekilde ölçmesi özelliği; ölçüye konu olan şeyin değişmemesi kaydıyla^ tekrarlanan ölçüm sonuçlarının aynı olması ya da birbiriyle uyuşması durumu. Bkz. geçerlilik.

Güvenlik İhtiyacı

(Safety Needs) Bkz. İhtiyaçlar hiye­rarşisi Kuramı

Güvenoyu

 

(Vote Of Confıdence) Parlementer sistemlerde, yasamanın yürütmeyi denetleme yollarından biri olarak, hü­kümetin faaliyette bulunabilmek için yasama organından yetki olabilmesi amacıyla yasama meclisinde yapılan oylama. Güve­noyu alamayan hükümet düşürülür, yerine güvenoyu alabilen yeni bir hükümet getirilir; böylece, hükümet meclis tarafından denetlenir.

Güvertede Teslim

(Free On Board) Bkz. Fob

Habidat

(Habıtat) Bir organizmanın ya da organizmalar top­luluğunun oluşup gelişmesini mümkün kılan çevre şartlarının bütünü. Bkz. çevre.

Hadariyet

1. Yerleşik hayat. Uygarlık.

2. Her toplumun, bedeviyet dönemini atlattıktan sonra içinden geçeceği toplumsal aşama. Bilimler, sanatlar, vb. medeniyet eserlerinin gelişeceği; buna karşılık asabiyetin zayıflamasından dolayı insan ilişkile­rinde samimiyetten uzaklaşılacağı ve bürokratik, formel ilişki­lerin egemen olacağı öngörülen toplumsal gelişim evresi. Ha-dariyetin en üst noktasında toplumu birarada tutan dinamikler anlamını kaybedeceğinden toplumsal çözülmenin başlayacağı, giderek bu sürecin medeniyetin topyekün çöküşü ile sonuçla­nacağı ileri sürülmektedir.

Hadımuk Karmaşığı

(Castratıon Complex) Toplumsal yasaklara uyulmaması durumunda verilebilecek bir ceza ola­rak, cinsel organların kaybedilmesi ihtimalinin yarattığı korku­nun bireyde ortaya çıkardığı karmaşa. Bkz. odip karmaşası.

HADİS Söz, eylem, onay, ahlakî ve fiziksel özellik olarak Hz. Muhammed’e İzafe edilen her türlü yazılı metin. Gerçekle İliş­kisi olmayan, tamamen gerçekdışı olarak uydurulan hadise mevzu hadis; gerek rivayet gerekse anlam yönünden doğru­luğu sabit olan hadise sahih hadis; yalan söylemesi mümkün olmayan bir kalabalık tarafından rivayet edilen hadise müte-vatir hadis; anlamı Kuran-ı Kerim’le çelişen, yahut rivayet zinciri sağlam olmayan hadise de zayıf hadis denir.

Hafıza

(Memory) 1. Bellek. Zihnin geçmiş deneyimleri, bilgi, olay ve görüntüleri yeniden çağırma, hatırlama işlevi.

2. Bilgi ve deneyimlerin depolanıp korunduğu yer.

Hafıza Kaybı

(Amnesıa) Amnezi Kişinin kimliğini, aşina ol­duğu kişi ve durumları, geçmişte yaşadığı koşullan unutması ya da hatirlayamaması şeklinde beliren bir psikolojik rahatsız­lık türü.

Hakemlik

(Arbıtratıon) Anlaşmazlık durumunda olan iki veya daha fazla tarafın sözkonusu ihtilafta taraf olmayan üçüncü bir kişinin kararına uyma noktasında anlaşmalarıyla meydana gelen uyuşmada, üçüncü şahsın işlevi. Bir anlaşmaz­lığın giderilmesi ya da bir organizasyonun kurallara uygun iş­lemesini sağlama görevi.

Hakikat

(Truth) 1. Özbilgi. Apaçıklık. Doğruluk; doğru olma durumu. Bir şeyin gerçekte varolması; gerçeğe uygun olması, doğasının bilgisi.

2. Doğru olduğuna, sorgulama yapmaya ge­rek duymayacak derecede kesin olarak inanılan olgu, durum, ya da inanç.

Hâkimiyet

(Sovereıgnıty) Bkz. Egemenlik

Hakkaniyet

(Equıty) Hakka saygı duyulması, adalet ilkesi çerçevesinde doğan hakkın, hak sahiplerine verilmesi. Bkz. Sosyal Hakkaniyet, Adalet, Eşîtükçilik.

Halifelik

(Calıphate) İslâm devlet başkanlığı. Hz. Peygam­berin, dinin uygulanması, korunması ve insanlara tebliğ edil­mesi ilkelerine dayalı olarak yürüttüğü devlet başkanlığı göre­vinin, onun ölümünden sonra Müslümanlar tarafından kurumlaştınlmış şekli.

Halk Avcılığı

(Demagogy) Bkz. demagoji

 

Halk Demokrasisi

(People’s Democracy) İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyet denetimine giren Çekoslavakya, Bulga­ristan; Romanya ve Polonya gibi ülkeler için Stalin tarafından önerilen; Sovyet Komünist Partisi ve Sovyet yönetiminin di­rektifleri doğrultusunda faaliyette bulunacak tek bir siyasi partinin veya tek bir siyasî partiyle uzlaşabilecek partilerin koalis­yonunun iş başında bulunduğu yönetim biçimi.

Halkçılık

(Populısm) Bkz. popülizm

Halkoylaması

(Referendum) Halk oyuna sunma; halkın görüşünü alarak uygulamayı bu sonuca göre belirleme. Bir ül­ke yönetiminin önemli gördüğü siyasi, kültürel, iktisadî vb. konularda bir karar alabilmak İçin halkın oyuna başvurması. îç sorunlarla ilgili halkoylamasına referandum, dış sorunlarla ilgili olana ise plebisit denir.

Halüsinasyon

(Hallucınatıon) Bkz. varsam

Hanifıik

Bâtıldan hakka yönelmek, hak dini benimsemek ya­hut tevhid inancı üzere olmak anlamında Hz. İbrahim’in dini­ne ve geleneksel biçimde Hz. ibrahim’in dinini izleyenlerin çizgisine verilen ad.

Haram

İslâm hukukuna göre, Müslüman ve mükellef insanlara Allah’ın yapılmasını kesin olarak yasakladığı eylem ya da et­kinlik.

Hareket-İ Cevheri Kuramı

(Theory Of Substantıal Motıon) 17. yüzyılda yaşamış olan ünlü İran!lı düşünür Mol­la Sadrının sistemleştirdiği; hareketin, varlığın özünde mey­dana geldiğini, bu nedenle de geçici olmadığını savunan felsefî görüş. Buna göre, varlıklar sürekli olarak kategorik dü­zeyde sahip oldukları imkânların birinden diğerine geçtikleri için her an bir sönüş ve doğuş, oluş ve yokoluş sürecindedir-ler. Bu sürecin sürekliliğini sağlayan mutlak İradedir. Değişme ve hareket varlığın görünüşünde değil, özünde, arazda değil cevherdedir, bu anlamda eşya, varlık âlemi her an yeniden yaratılmaktadır.

Hayırlama

(Negatîon) Bkz. olumsuzlama

Haz İlkesi

(Pleasure Prıncıple) Ben, içbeîı ve üstben ara­sındaki ilişkiler gelişmeden önce içben’İn sadece haz verene ve dolayımsız olarak yönelmesi. (Freud) Bkz si.

Haz-Acı İlkesi

(Pleasure-Paın Prıncıple) Haz-elem pren­sibi. İnsan davranışlarının temel itici gücünün haz ve elem ol­duğunu, bu sebeple haz veren eylemlere yönelmek, elem ve­ren eylemlerden İse kaçınmanın en temel davranış biçimi ol­duğunu İfade eden prensip.

Hazcılık

(Hedonısm) Hedonizm. Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihaî anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelme­nin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.

Hazine Bonosu

(Treasury Bıll) Genellikle bütçe gelirleri­nin bütçe harcamalarını karşılayamamasından kaynaklanan bütçe açıklarını finanse etmek amacıyla devlet tarafından çıka­rılan, vadesi bir yılı aşmayan borç senetleri. Benzer şekilde, çeşitli faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere devlet ta­rafından çıkarılan uzun vadeli (vadesi bir yılı aşan) borç se­netlerine de hazine tahvili ya da devlet tahvili denir.

Hazine Tahvili

(Treasury Bond) Bkz. Hazine Bonosu

Heckscher-Ohlin Teoremi

(Heckscher-Ohlın Theo-Rem) Faktör donanımı teorisi. Uluslararası ticareti, üretim faktörlerinin ülkeler arasındaki dağılımındaki orantısızlıkla açıklayan kuram. Ülkelerin sahip olduğu üretim faktörlerinin göreceli miktarları, uluslararası ticarette bunların hangi sektör­lerde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduklarını belirlemekte­dir. Buna göre, bir ülke en fazla sahip olduğu faktörü nisbî olarak yoğun biçimde kullanan malları ihraç, en az sahip ol­duğu faktörleri yoğun olarak kullanan malları ise ithal eder. Başka bir deyişle sermaye yönünden zengin bir ülke sermaye-yoğun, emek yönünden zengin bir ülke ise emek-yoğun mal­lar İhraç eder.

Hecing

(Hedgıng) Döviz piyasasındaki muhtemel kur deği­şikliklerinin getireceği zarardan korunabîlmek İçin başvurulan

İşlem. Buna göre gelecekte döviz ihtiyacı olan kişi belirli bir vade sonunda teslim almak üzere bugünkü kura belirli bir fark ekleyerek borsaya yaünr. Böylece geçen süre zarfında meydana gelebilecek artıştan az bîr maliyetle korunmuş olur. Bu çerçevede karşılığı belirli bir vade sonunda teslim edilmek üzere döviz satımının yapıldığı piyasaya gelecekte teslim piya­sası; satılan dövizin hemen teslim edildiği piyasaya da anın­da teslim döviz piyasası denir.

Hedonizm

(Hedonısm) Bkz. hazcılık

Hegemonya

(Hegemony) Siyasal, sosyal ve kültürel araçlar kullanılarak bir sınıfın diğeri üzerinde kurduğu, kısmen rızaya dayalı egemenlik.

Hermeneutik

(Hermeneutıcs) Bkz. yorumsama

Heyecan

(Excıteiment) Organizmada genel uyanlmışlık hali yaratıcı ve güdüleyid özelliği olan, genellikle yüz ve vücut hareketleriyle İfade edilen, his boyutu taşıyan hal. Heyecan genellikle, vücutta kan dolaşımının hızlanması, rengin kızar­ması, kalp atışlarının belirgin hale gelmesi biçiminde kendisini belli eder.

Erdemliler ittifakı M. 580’li yıllarda Arap ka­bileleri arasında süregelen savaşlar sonucunda ortaya çıkan anarşi ortamında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, tolumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğin­de kurulan ve Hz. Peygamberin de bir ara toplantılarına katıl­dığı barış cemiyeti. Erdemliler ittifakı, sadece tarihsel bir ku­rum değil, aynı zamanda, farklı dünya görüşlerine sahip olsa­lar da, temel ahlâkî ilkelerde anlaşan insanların zulmü engel­lemek için uzlaşmalarının bir toplumsal zorunluluk olduğu­nun ifadesidir.

Hibe

(Donatıon) 1. Karşılıksız yardım. Birini zor durumdan kurtarma, daha iyi duruma gelmesine katkıda bulunma gibi amaçlarla karşılık beklemeden yapılan aynî veya nakdî yar­dım.

2. Geri Ödemesiz olarak verilen dış yardım.

Hicret

1. Geniş anlamda Allah’ın emir ve yasaklarını yerine ge­tirmesi engellenen kişilerin, kulluklarını daha İyi yaşayabile­cekleri, güvenli ve serbest ortam veya mekânlara yaptıkları göç.

2. Dar anlamda Hz. Muhammed’İn, M. 622 yılında müş­rikler tarafından yapılan zulmün dayanılmaz boyutlara ulaştığı Mekke’den, îslâmî tebliğin daha rahat yapılabileceği, Müslü­manlar açısından daha emin bir yer olan Medine’ye yaptığı göç.

Hiççilik

(Nıhılism) Nihilizm. Bütün toplumsal amaç, değer ve ahlâkî yargıları ve hayatın anlamına İlişkin öne sürülen bü­tün öğretileri yadsıyan, sosyal, siyasal ve ahlakî gerekçelerle yapılan tüm baskılara karşı koymayı en temel fazilet olarak gören yaklaşım.

Hile-İ Seriye

 

1. Şer’î hile. Yapmacık olarak kanunlara uydur­ma. Normalde yasalara aykırı olan bir İşin, yapay ek İşlemlerle görünürde yasallaştırılması.

2. Bilinçli olarak gayri meşru bir amacı gerçekleştirir’ken, göstermelik işlemlerle Şeriat’e uygun davranıyor gözükmek. Şeriat’ın özüne aykırı bîr fiili, yapay ve yüzeysel kotarmalarla Şeriat’e uygun hale getirme çabası.

Himayecilik

(Protectıonısm) Bkz. korumacılık

Hiper Enflasyon

(Hyper Înflatıon) Bkz. enflasyon

Hipnotizma

(Hypnotısm) Bazı ruhsal rahatsızlıkların gideril­mesi veya tamamen gösteri amacıyla, telkin yeteneği güçlü ya da bu konularda özel yetenekli kişilerce türlü telkinler yoluyla deneklerin uyku İle uyanıklık arası bir haleti nahiyeye sokula­rak İstenen herşeyi yapar, verilen her talimatı dinler hale geti­rilmesi.

Hipnoz

(Hypnosıs) İnsan zihninin bir kısım faaliyetlerini bir başkasının yönlendirmesi, bu nedenle insanın zihni üzerinde­ki denetimini kısmen veya tamamen kaybetmesi durumu.

Hipotez

(Hypothesıs) Bir bilimsel araştırmanın sonucu hak­kında henüz İspatlanmamış, fakat hem araştırmacının alanını somutlaştıran, hem de eldeki olgu ve ilişkileri belli bir mantık­sal kurguyla bir araya getirmeye yarayan öneri. Bkz. varsa­yım, Aksiyom, Teorem.

His

(Emotion) Bkz. duygu

Hisse Senedi

(Equıty Share) 1. Bir sermaye şirketinin kuru­luşuna, isler para ister mal koyarak katılan her şahsa, yaptığı bu katkı karşılığında verilen senet.

2. Sermayesi paylara bö­lünmüş ticarî ortaklıklar tarafından çıkarılan, şirket sermayesi­nin birbirine eşit paylara bölünmüş dilimlerinden herbirini temsil eden, ortaklığın sahip olduğu sermaye üstünde tek ve bölünmez bir hak sağlayan ve sahiplerinin sorumluluğunun, üstünde yazılı değerle sınırlı olduğu, İsme yahut hamiline ya­zılı olabilen menkul değer.

Hiyerarşi

(Hıerarchy) 1. Sıradüzeni. Silsile-i meratip. Bir bütünlüğü oluşturan parçalar ya da bir sistemin elemanları arasındaki sıra düzeni; bir düzenekte yeralan varlıkların önemlerine göre sıralanmaları.

2. Sosyal ve teknik işbölümü­nün fonksiyonu olarak birbirlerine tâbi derecelerden, kademe­lerden oluşan yerleşik düzen.

Hizip

(Factıon) Fraksiyon. Geniş bir grubun içinde bulun­makla beraber, grubun amaçlan ile yer yer çelişen amaçlar ta­şıyan, grubun genelinin onaylamadığı davranışlarda bulunan altgrup.

Hizipçilik

(Factıonısm) Siyasal partilerin veya toplumsal grupların İçinde, parti veya topluluğun kararını etkileyebile­cek düzeyde etkin bir altgrubun, kendi amaçlarını gerçekleş­tirmek İçin yaptığı faaliyetler.

Hizmet

 

(Service) însan ihtiyaçlarının giderilmesine ve yaşamın kolaylaştırılmasına yönelik olarak insanlar tarafından üretilen yahut organize edilen; elle tutulup gözle görülmeleri veya saklanmaları mümkün olmayıp, üretildikleri anda tüketilmeleri sözkonusu olan, taşımacılık, haberleşme, turizm., gibi beşerî faaliyetler. Bkz. meta, mal. Hizmet Borsası Bkz. Borsa

Hizmet Sınıfı

 

(Service Class) Hizmet sektöründe çahşan ve taşıdığı nitelikten dolayı ayn bir İktidar ve baskı alanı oluştu­ran insan topluluğu.

Hizmet Sektörü

(Service Sector) Fiziksel varlığı olmayan ya da sonucu maddî olarak ortaya çıkmayan; üretildiği anda tüketilen; beslenme, bannma ve seyahat gibi insan ihtiyaçları­nın doğrudan veya dolaylı olarak giderilmesine yönelik beşerî faaliyetlerin üretilip organize edildiği sektör. Örn. taşımacılık, turizm, konaklama.

Hobi

 

(Hobby) Kişinin hayatını kazanmak amacıyla çalıştığı işi, sürekli uğraşı veya yapmak zorunda olduğu şeyler dışında ka­lan; dinlenme, eğlenme, yaşamı monotonluktan kurtarma., aracı olarak gördüğü şeyler. Yapılmaktan zevk alman tatlı uğ­raş.

Holding

(Holding) 1. Aynı sermaye grubuna bağlı, değişik alanlarda faaliyet gösteren şirketlerin tek çatı altında toplan­ması ve yönetiminin merkezileştirilmesi ile oluşan ana şirket.

2. Kapitalist sistemde büyük tekelci imparatorluklann oluştu­rulması İçin başvurulan örgütlenme biçimlerinden biri olan ve biçimsel olarak bağımsızlıklarını koruyan birçok firma üzerin­de hukukî ve malî denetimi merkezileştirmeye İmkân veren İştirak şirketi.

Homo Soctus

Sosyal insan. Kendi bireysel çıkarlarını ikinci plana İterek toplumsal çıkarlan öne çıkaran, kişisel menfaat duygusundan büyük ölçüde arınmış, vatandaşı oiduğu devlete veya içinde yaşadığı topluma elinden geldiği ölçüde hizmet etmeyi kendine birincil amaç edinmiş, sosyalist toplum mode linin hayal ettiği sembolik insan tipi. Bkz. ekonomik insan.

Hukuk

(Law) Bir toplumda yaşayan gerçek ve tüzel kişileri bağ­layıcı niteliğe sahip hak, yetki ve sorumluluklarla kişi ve ku-rumlararası ilişkileri düzenleyen, kamu otoritesinin deneüedi-ği, yaptırım gücüne sahip yazılı yahut sözlü kuralların tümü.

Hukuk Devieti

(State Of Law) 1. Bütün devlet organlarının hukuk kurallarına, hukuk kurallarının da anayasal hükümlere uygun olarak oluşturulup işletildiği; yönetimin tüm işlem ve eylemlerinin bağımsız yargı denetimine tâbi olduğu devlet. 2. Kişilerin gücünün, yasaların üzerinde olmadığım ve yasalar karşısında statüsü ne olursa olsun toplumun bütün bireyleri­nin eşit olduğunu ifade eden hukukun üstünlüğü İlkesinin ti­tizlikle korunduğu, istisnasız herkesin yasal düzenlemelerle kayıtlanıp sınırlandığı, keyfî tasarruflara izin vermeyen devlet.

Hukuk Dogmatizmi

(Dogmatısm Of Law) 1. Hukuksal kural ve düzenlemelerin, temel hukuk ilkelerine uygun olup olmadıklarına bakılmaksızın, yorum esneklikleri ve toplum ih­tiyaçlarının giderilmesinde birer araç oldukları gözardı edile­rek, birer baskı aracı olarak kullanılmaları.

2. Belirli tarihsel-sosyal şartlar altında insanlar tarafından üretilmiş hukuksal ku­ralların, her türlü sorgulamanın üzerinde görülmesi; hukukî düzenlemelerin tabulaştmlması. Bkz. bilimsel dogmatizm.

Hukuk Felsefesi

(Phılosophy Of Law) Hukuksal norm ve bilgilerin kaynak ve nitelikleriyle, elde ediliş biçimlerini irde­leyip sorgulamayı; hukuk-felsefe, hukuk-ahlâk, hukuk-bilim vb. hukuk ile diğer disiplinler arasındaki ilişkileri incelemeyi konu edinen disiplin.

Hukuksal Tanıma

(Recognıtıon De Jure) Tanıyan devlet tarafından, tanınan devlet ya da hükümetin, uluslararası toplu­luğa aktif katılımını gerçekleştirmesi için uluslararası hukuk tarafından belirlenen gereklilikleri yerine getirdiğinin resrnî olarak beyan edilmesi.

Hukuksal Yargı

(Legal Judgement) İnsanî etkinliklerin yasalara uygunluk, toplumsal bütünlüğün korunması, barış ve huzur içinde yaşanması, can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi açılardan değerlendirilerek, sözkonusu etkinlik veya ey­lemlerin yasal-yasa dışı; yahut meşru-gayri meşru olarak nite­lendirildiği yargılar,

Hurafe

(Superstıtutıon) Uydurma. Gerçek bir dayanağı olmadığı halde, dinsel bir emir ya da yasakmış gibi kabul edi­len, kutsallık ve bağlayıcılık atfedilen inanç ve öğretiler.

Husumet

(Antagonısm) Antagonizma Kişiler, gruplar ve toplumlar arasında gerçekleşen ve bir tarafın kazancının an­cak diğer tarafın kaybına bağlı olduğu İlişki. Tarafların birbiri­ne düşmanca duygular beslemesi. Hasımlık.

Huy

(Temperament) Mizaç. Olay ve durumlara karşı tavır ve tutumları belirleyen ve doğuştan gelmekle beraber toplum­sallaşma sürecinde biçimlenen duyarlılıklar.

Hükümet Darbesi

(Coup D’etat) 1. Ku de ta. Devletin meşru anayasal sistemini savunan hükümet güçlerinin, kitlesel desteği olmayan dar bir elit tarafından anî, beklenmedik şekil­de ya da zor kullanılarak yönetimden uzaklaştırılması. 2. Ül­kenin karar alma organlarının görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle, anayasal düzeni korumak amacıyla ordunun yö­netime el koyması. Askerî darbe.

Hümanizm

(Humanısm)   İnsanperestllk. Beşerperestlik.

İlâhî nitelikte ve öte dünya ile ilgili olanın değil, bu dünya ve insanla ilgili olanın yüceltildiği bir genel eğilimin uç noktasını teşkil eden ve İnsanı, kendi üzerinde sınırlayıcı hiçbir otorite­ye İhtiyacı olmayan, kendine yeterli bir ontik kategori olarak tanımlayıp, onu hakikatin yegâne ölçüsü ve kaynağı kabul ederek evrenin merkezine yerleştiren, İnsanmerkezci ve in-sanbiçimci dünya görüşü. Bkz. insanmerkezcilik, İnsanbiçimciıik, Bireycilik, Sekülarizm, Aydınlanma.

Hür Teşebbüs

(Free Enterprıse) Bkz. Serbest girişim

Hürriyet

(Freedom) Bkz. özgürlük

I

Imf

Bkz. Uluslararası Para Fonu

Io Testi

(Iq Test) Bkz. zeka Testi

Iraksak. Süreçler

(Dıvergent Processes) Ortak bir nok­tadan yoia çıktıkları ya da aynı merkezden kaynaklandıkları halde, farklı amaçlar taşımaları yahut değişik yöntemler izle­meleri nedeniyle giderek birbirlerinden uzaklaşan, dolayısıyla aralarındaki mesafe gittikçe açılan süreçler.

Irk

(Race) Renk, boy, ses, vücut yapısı vb. gibi kalıtımla gele­cek kuşaklara aktarılabilen özellikler bakımından benzeşen ve insan topluluklarının dikey olarak sınıflandırılmasına İmkân veren kategoriler.

Irkçılık

(Racsm) Davranışların, eylemlerin, dünya ve toplum­daki her türlü gelişme ve değişmenin, egemenlik ilişkisinin ırk faktörüne bağlanarak açıklanması; bîr ırkı diğerlerinden ayırıp ona üstünlük atfederek anlayış ve eylemlere meşruluk kazan­dırma. Kendi ırkını diğer ırklardan üstün görerek onlar üzerin­de hegemonya kurmayı meşru sayıp bu uğurda mücadele ve­rilmesini Öngören ideoloji.

İ

İbadiye

îslâm tarihinde ortaya çıkan siyasî-itikadî ekollerden bi­ri. Kur’an’ın mahlûk (yaratılmış) olduğunu; büyük günah işle­yen kişinin tövbe etmesi durumunda affedilerek Cennet’e gi­rebileceğini; devlet başkanlığı için ehliyet ve seçim gibi şartla­rın gerekliliğini savunan, kendilerinin dışında kalan cemaatler İle, uygulamaları tümüyle onaylanmayan idarecilerin yönetimi alünda da yaşanabileceğini kabul eden Hariciİİğin bir alt ko­lu.

İcazet

İzin vermek. Medrese gibi geleneksel eğitim-öğretim ku­rumlarında yetişen öğrencilerin hocalarından; çıraklık yahut kalfalık eğitimini tamamlamış zanaat erbabının ustalarından bağımsız olarak ders verebilecek veya çalışabilecek düzeye geldiklerinin onaylanması, bu konuda kendilerine yetki veril­mesi; bu yetki yahut onayı gösteren belge, diploma.

İcma

İslâm hukuk metodolojisinde, dört temel hüküm elde etme yöntemlerinden üçüncüsü. Buna göre, herhangi bir çağda, be-İİrlİ bir konuda verilen bir şer’î hüküm üzerine tslâm âlimlerinin ve ümmetin ittifak etmesi, görüş birliği sağlaması durumunda, o uygulama ya da görüş kesinlik ve bağlayıcılık kazanır. Bkz. kur*an, sünnet, kıyas.

İç Savaş

(Cıvıl War) Bir devletin çatısı altında yaşayan farklı siyasî, etnik, coğrafî veya ideolojik grupların mevcut yönetimi ele geçirmek yahut onu tamamen değiştirip yerine yeni bir yönetim kurmak amacıyla yaptıkları silahlı mücadele. Bkz. sa­vaş. İçben (İd) Bkz. Freudizm

İçebakış

(Introspectıon) İntrospeksİyon. Psikolojide deneklerden, kendilerine gösterilen bir uyarıcıya ilişkin duygula­rım ayrıntılı olarak anlatmaları veya yazmalanmnın istendiği, bu suretle bireyin iç dünyasında olup bitenler hakkında fikir edinilmesinin amaçlandığı bir bilgi edinme tekniği. 

İçebakışçelık

(Introspectıonısm) 20. yüzyılın başlarında içebakış tekniğini kullanan bir grup deneysel psikologun be­nimsediği; duyumu, bilincin önemli bir psikoloji öğesi olarak ele alma ve zihinsel içeriğini çözümleme temeline dayanan bakış açısı. İnsanın ruh dünyasında meydana gelen değişimle­ri öğrenme ve çözümlemenin en etkin yolunun içebakış yön­temini kullanmak olduğunu savunan psikoloji ekolü.

İçedönük Kişilik

(Inward Lookıng Personalıty) Çev­resi ile diyalog kurmada güçlük çeken, içine kapalı, kendisine bir şey sorulmadan, kendiliğinden konuşmamayı tercih eden, sosyal ilişkileri zayıf, dış dünya ile İletişim kurmada pasif dav­ranan kişilik türü. Bkz. dışadönük kişiük, dışın yönlendirdi­ği Kişilik, İçin Yönlendirdiği Kişilik.

İçedönük Sanayileşme

(Inward Lookıng Industr1alı-Zatıon) Bkz. ithal ikameci sanayileşme

İçerik Çözümlemesi

(Content Analysıs) Muhteva anali­zi. Kitap, dergi, makale, konferans, radyo veya televizyon programı gibi ürünlerin ya da etkinliklerin içeriklerinin belirli ölçütler çerçevesinde sınıflandırılıp sistemli bilgiye dönüştürülmesi.

İçeyönelikıik

(Autısm) Bkz. otizm

İçgörü

(Insıght) Psikoterapide, bir kimsenin kendi güdülerini ve bunların kökenlerini anlaması. Kişilik bozukluklarını, has­tanın sorunlarının derinde yatan nedenlerini açığa çıkararak ve uyumsuz savunma mekanizmalarından kurtulmasını sağla­yarak iyileştirme esasına dayalı psikoterapi yöntemine de îç-görü tedavisi denir.

İçgüdü

(Instınct) Canlı organizmalarda doğuştan gelen, yapı­sal nitelikli eylem dürtüsü. Bkz. dürtü, güdü.

İçgüdüsel Davranış

(Instınctıve Behavıour) 1. Davra­nışı başlatan uyarıcı ortadan kalktıktan sonra da devam eden, karmaşık ve örgütlenmiş davranış.

2. Organizmanın dış zorla­ma olmadan doğal biçimde sergilediği ve Önüne geçilmesi ko­lay olmayan davranış.

İçin Yönlendirdiği Kışluk

(Inner-Dırected Persona­lıty) Bkz. Kişilik

İçkin

(Immanent) Mündemiç. Varlığın, nesnenin, birimin veya zihnin sınırları içinde bulunan, ayrıştınlamayan, aşkın olma­yan. Bkz. aşkın.

İçlem

(Intensıon) Bir olgu, kavram veya anlatımın kapsamına giren bir nesne, kavram veya olgunun sahip olduğu özellikler. Bkz. Kapsam.  

İçselleştirme

(Internalızatıon)

1. Benimseme, kendine ait kılma, içine sindirme, kendininleştirme.

2. Yeni karşılaşılan bir bilgiyi, değeri veya normu; bağlayıcı, yönlendirici ve temel bil İşse davranışsal süreçlerinin işleyişini biçimlendirecek un­surlardan biri haline getirecek düzeyde benimseyerek, kendi­ne maletme.

3. Bireyin, doğduğu toplum içinde ya da içinde yaşadığı toplumsal çevrede hazır bulduğu davranış kalıplarını; toplumsal etkinlikleri düzenleyen kuralları öğrenme ve be­nimseme süreci; bireyin toplumsallaşma sürecinde yaşadığı uyum mekanizması.

İçten Evlenme

(Endogamy) Endogami. Dıştan evlenmenin tersine, bir grubun fertlerinin, dinsel, etnik, kültürel yahut ekonomik nedenlerden ötürü mensup oldukları grubun dışın­dan evlenmelerini yasaklayan evlilik düzeni. Bkz. dıştan evlenme, evlilik.

İçtihat

îslâm hukuk terminolojisinde, ümmetin karşılaştığı ve çözümü doğrudan Kur’an ve Sünnette bulunmayan bir ko­nuda, nassların çizdiği çerçeve içerisinde kalmak şartıyla bir çözüm üretmek veya bağlayıcı hüküm vermek amacıyla, ge­rekli bilgi donanımına sahip Müslüman hukuk bilginlerinin ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri; o uğurda içtenlikli olarak emek harcamaları. Ehliyetli îslâm âlimlerinin, temel kaynaklarda haklarında doğrudan hüküm bulunmayan konur larcla hüküm üretmeleri.

İd

Bkz. İçben, Freudçuluk

İdare

(Admınıstratıon) Bkz. Yönetim

İdeal Hukuk

(İdeal La W) Toplumsal düzenin sağlanması için özlenen, olması istenen, en iyi olduğu düşünülen hukuk düzeni.

İdeal Tip

(İdeal Type) Toplumsal gerçekliğin anlaşılması için varsayımsal olarak kurulan kavram ve kategoriler. Bu analitik araçlar somut durumların, o durumla ilgili soyutlamalardan ne kadar saptığının ve gerçekliğe ne kadar benzediğinin anlaşıl­masına katkıda bulunurlar. Webefe göre sosyal bilimlerdeki bir çok kavramın ideal tip soyutlamasıyla oluşturulmasından dolayı gerçekte tam karşılıklarının bulunması mümkün değil­dir.

İdealizm

(Idealısm) Evrendeki bütün varlıkların maddî olma­yan bir özün tezahürü olduğunu kabul eden felsefî görüş. Ma­teryalist ideolojinin tersine maddenin değil, maddî olmayanın Önceliğini, kendiliğindenliğini ve belirleyiciliğini kabul eden İdeoloji.

İdeoloji

(Ideology) 1. Düşünyapı Dünya, evren, toplum ve insanla ilgili duygu, düşünce ve inançlar toplamı.

2. Sınıflı toplumlarda egemen sınıfların çıkarına hizmet edecek şekilde çarpıtılmış gerçeklik kavrayışı.

İdeolojik Pratik

(Ideologıcal Practıse) Bkz. Pratik

İfade Mantığı

(Logıc Of Expressıon) İfadelerin, ifade ha­line dönüştürülmesindeki amaç ve temel değişmezlerle çeliş­meden, belli bir dilin gramer kurallarına uygun olarak üretil­mesi. Örn. bayatın anlamı yoktur ifadesi, gramatik açıdan doğru olmasına rağmen, söylenişindeki amaç ve anlamlılık İhracata yönelik sanayileşme kategorisiyle ilişkisi bakımından ifade mantığına aykırıdır. Bkz. Temel Değişmezler, Ortak Düzlem.

İfadelerin Gramatik Ayırımı

(Grammatıcal Dıscrımı-Natıon Of Expressıons) İfadelerin gerek kendi başlarına, gerekse birbirlerinin yerine yanlış kullanılmalarından doğan zihin karışıklığını önlemek amacıyla, değişik Ölçütler veya İl­keler yardımıyla, çeşitli İfade biçimlerinin, gramatik yapılan te­mel alınarak birbirinden ayrılması. Bkz. ifadelerin grüplandırilması, gramer kaydırmacasl

İfadelerin Gruplândırılması

(Groupıng Of Sentences) Çeşitli ifade biçimlerinin, yerli yerinde ve doğru şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla, taşıdıkları temel nitelikler veya ortak özellikler ekseninde çeşitli gruplara ayrılması. Lite­ratüre Şakir Kocabaşın kazandırdığı bu gruplandırmaya göre temel ve dinî ifadeler (TED ifadeler); mantıksal matema­tiksel ve biçimsel İfadeler (MMB ifadeler); P-İfadeleri; tecrübî ifadeler; teorik hipotetik ampirik İfadeler (THA İfadeler); tarihsel İfadeler; mecaz ve benzeşim ifadeleri (teşbihler) ve hayalî ifadeler olmak üzere dokuz grupta toplanabilecek olan bu ifade grupları, merkezinde temel ve dinî ifadeler grubunun bulunduğu ve dışa doğru, kendisinden önceki ifade grubunu da içerecek biçimde giderek genişleyen halkalar şeklinde şematize edilmektedir.

İflas

(Bankruptcy) 1. İddiaların gerçekleşmemesi; söz ile ey­lemin, teori İle pratiğin birbirini tutmaması durumunu İfade et­mek üzere kullanılan deyim.

2. Borçlunun borçlarını Ödeme gücünden yoksun duruma düşmesi; ticarî yükümlülüklerini yerine getiremeyecek hale gelmesi. İflas durumunun mahke­mece tespit edilmesi gerekir. Kural olarak yalnızca tacir sıfatı­nı taşıyan gerçek ve tüzel kişiler iflas hükümlerine tabidirler;

İhracata Yönelik Sanayileşme

(Export Orıented Industrıalızatıon) Dışadönük kalkınma. Ekonominin dış rekabet karşısında sıkı bir şekilde korunmasından vazgeçile­rek dışa açılmayı, ekonominin göreli olarak üstünlüğe sahip olduğu üretim alanlarında uzmanlaşarak ihracatı artırmak su­retiyle sanayileşmeyi öngören sanayileşme politikası. Ucuz kredi, vergi iadesi, serbest döviz kuru vb. malî-parasal araçlar­la ihracatın teşvik edilmesini öngören ihracata dayalı sanayi­leşme stratejisi, ithal İkameci politikaların 1970’li yıllarda başa­rısızlığa uğraması sonucu, alternatif kalkınma stratejisi olarak azgelişmiş ülkelerin gündemine gelmiş, bu stratejiyi uygula­yan G. Kore, Tayvan ve Singapur gibi Uzakdoğu ülkelerinin başarılı olmaları sonucu popülaritesi artmıştır. Türkiye’nin 1980 yılında ekonomide yapısal değişiklik yapılmasını öngö­ren 24 Ocak Kararlan İle içine girdiği süreç, özünde ithâl ikameci kalkınma stratejisinden ihracata dayalı kalkınma stratejisine geçiştir.

İhtilal

(Revolutıon) Bkz. devrim

İhtimal

(Probabılıty) Bkz. Olasılık

İhtirazî Kayıt

(Reservatıons) Antlaşmaya taraf olan bir devletin antlaşmanın bazı hükümlerini ortadan kaldırma, de­ğiştirme ve uygulama alanını daraltma isteğini tek taraflı bir idare beyanı ile bildirmesi.

İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı

(Theory Of Hıe-Rarchy Of Needs) A. Maslotv tarafından geliştirilen ve in­san ihtiyaçlarının birbirini önceleyen bir hiyerarşi gösterdiğini İleri süren kuram. Buna göre, insan İhtiyaçlarının temelinde yeme, içme, barınma gibi fizyolojik İhtiyaçlar yatmaktadır. İkinci sıradaki ihtiyaç güvenlik İktiyacıdır. Kişi yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarını giderdikten sonra, korku ve baskı­dan uzak, güvenlik içinde ve hayatının gelecek dönemleri için garanti içeren bir düzen İster. Bunu da elde edince bağlılık ve sevgi ihtiyaçları doğar. Bu aşamada insan hem sevme, hem de sevilme gereksinimi duyar. Sevgi ve bağlılığı elde et­tikten sonra dördüncü aşama olarak saygınlık İhtiyacı olu-Şur. Bu aşamada insan statü sahibi olmayı, ilgi ve saygı gör­meyi bekler. Bunu da elde edince kendini gerçekleştirme ihtiyacı ortaya çıkar. Bu son aşamada kişi, tüm yeteneklerini ve imkânlarını kullanarak kendisini gerçekleştirdiği duygusu­nu hissetmeyi arzular.

İhtiyatî Haciz

(Precautıonary Dıstraınt) Bir alacaklı­nın gerektiğinde alacağım tahsil edebilmesine imkân sağla­mak amacıyla borçlunun mallarına, bunların kaçırılma olasılı­ğına karşı İcra Dairesi tarafından el konulması Borçlu-alacaklı İlişkilerinin düzenlenmesinde alacaklının m^dur duruma dü-şürülmemesi İçin ihdas edilmiş bir tür tedbir. Borçlunun mal­larının paraya çevrilerek alacağın ödenmesinin sağlanması amacıyla ei konulmasına t a IğmÛ faadb; denir.

İhtiyatlar

(Reserves) Bkz. Yedek akçeler

İkame Mallar

(Substıtute Goods) Aynı ihtiyacın karşılan­masına yönelik olarak üretilmiş, birbirinin yerine kullanılabi­len, birbirine alternatif olarak tercih edilebilen mallar. Aynı ih­tiyacın tatmin edilmesinde biri diğerinin yerine kullanılabile­ceği İçin İkame mallardan birisinin fiyatı düştüğünde buna bağlı olarak diğerininkine olan talebin azalması, veya tersin­den, birisinin fiyatı yükseldiğinde ikame edilebilirlik oranına göre diğerine olan talebin artması beklenir. Bkz. Tamamlayıcı Mallar.

İkb

(Idb) Bkz. islâm kalkınma bankası

İki Partili Sistem

(Two Party System) Bkz. çok Partili Sistem

İki Yanlı Tekel

(Bılateral Monopoly) Bkz. Tekel İki Yanlı Yardım (Bılateral Aıd) Bkz. Diş yardlm

İkicilik

(Dualısm) Bkz. Düaıizm

İkilem

(Dilemma) Çıkmaz. Zorunlu olarak iki sonucu olan ve her iki sonucu da eşdeğer gerekçelerle kabul edilemez olan durum. Biri diğerine tercih edilemez iki istenmeyen sonucu olan.

Kılı Bilinç

(Dual Conscıousness) 1. İki farklı bilinç durumunun aynı insanda ve birarada bulunması.

2. Kapitalist top­lumlarda, eğitim sistemi aracılığı ile egemen kültürün biçim­lendirdiği bilinç ile özellikle işçi sınıfının üretim sürecindeki konumu gereği edindiği ve egemen kültürle çelişen bilincin aynı anda ve birarada bulunması durumu.

İkili Duygu

(Ambıvalence) 1. Toplumsal geçiş ya da çözül­me dönemlerinde görülen ve davranışların olumlu ve olum­suz gelinlerinin Ölçülememesi sonucu ortaya çıkan kararsızlık durumu.

2. Birbirinin zıt duyguların aynı anda ruhta doğması; birbiriyle çatışan psikolojik durumların halet-i ruhiyeye eşza­manlı olarak egemen olması. Nefretle sevginin, haz İle elemin birarada, içice bulunması.

İkincil Grup

(Secondary Group) Bireyin birincil gruba oranla, daha kısa dönemlik, formel, zayıf ve çoğu zaman da yapay ilişkilerle bağlı olduğu toplumsal grup.

İkincil İşler

(Secondary Öccupatıons) Bkz. iş

İklim

(Clımate) 1. Belirli bir bölgedeki, 25-30 yıl gibi oldukça uzun dönemde ortaya çıkmış hava durumu ortalamaları; hava koşullarında uzun dönemde görülen ve kısmî değişikliklerle her yıl kendisini tekrar eden değişmeler.

2. Sosyal, siyasal, sa­natsal veya kültürel ortamların gelişmesini sağlayan faktörlerin bütünü.

İktidar

(Power) 1. Erk. Mülk. Saltanat Bir bireyin yahut bi­reyler topluluğunun kendi İstekleri doğrultusunda, rızaları olup olmadığına bakmaksızın diğer insanların davranışlarını etkileyebilme, yönlendirebilirle veya denetleyebilmesi.

2. Top­lumu yönetme, yönlendirme gücü; bu güç veya yetkiyi elinde bulunduran organ, hükümet.

İktidar Seçkinleri

(Power Elıte) Bir toplumun nabzını elinde tutan, sosyal kökenleri, çıkartan ve dünya görüşleri ba­kımından aralarında sıkı bir ilişki bulunan siyasal, ekonomik ve askerî liderler; toplumsal süreçlerin yönünün belirlenme­sinde etkili ve yetkili çevreler. (C.W. Milli)

İktisadî Adam

(Economıc Man) Bkz. ekonomik insan

İktisadî Belirlenimcilik

(Economıc Determınısm) Bkz. Ekonomik Be1iklenimci1ik

İktisadî Bunalım

(Economıc Crısıs) Ekonomik kriz. Ekonomik bunalım. Ekonominin yeniden üretim sürecinde büyümenin durması sonucu, üretim düzeyi ile talep düzeyi arasında belirgin bir uyumsuzluğun ortaya çıktığı dönem. Şid­detli ekonomik düzensizlik ve dengesizlik durumu.

İktisadî Devlet Teşekkülleri

(Publıc Economıc En­terprıses) Bkz. Kamu İktisadî Teşebbüsleri

İktisadî Döngü

(Economıc Cycle) Marksist iktisat kuramı­na göre, kapitalist ekonomik yapılarda, genellikle on yıllık aralarla periyodik olarak tekrarlanan ve refah, buhran ve çö­küş ile toparlanma olmak üzere üç evreden oluşan döngü.

İktisadî Liberalizm

(Economıc Lıberalısm) Bkz. libera­lizm

İktisadî Rejim

(Economıc Regıme) Belirli bir iktisadî sistem çerçevesinde insanların ekonomik faaliyetlerini, üretim ve mü­badele süreçlerindeki davranışlarını düzenleyen hukuksal ku­ralların bütünü.

İktisat

(Economıcs) Bkz. Ekonomi bilimi

İktisat Kuramı

(Economıc Theory) Bkz. Ekonomi teorisi

İlâh

(God) Emir ve yasaklarının dışına çıkılmayan; kendisine itaat ve kulluk edilen varlık, kişi veya güç. Tapılırcasına yücel­tilen varlık. Tanrı. Bkz. put.

İletişim

(Communıcatıon) Mesaj, mesajı gönderen ve alan olmak üzere temel üç unsuru olan ve bilgi, görgü, deneyim, duygu, görüntü, yazı veya sesin, birden fazla taraf arasında kullanılması İle oluşan etkileşim süreci. Bkz. kitle iletişimi,

 

İlerleme

(Progress) 1. Daha kötü, düşük veya ilkel olandan daha İyi, yüksek veya daha yetkin olana doğru meydana ge­len aşamalı değişme.

2. Belirli bir referans sistemine göre İste­nen, hedeflenen ya da arzu edilen yöne doğru meydana ge­len değişim. Bkz. evrim.

İlinek

(Accıdent) 1. Araz. Bağımsız, kendine yeter varlığı ol­mayan, varlığı bîr başka varlığa bağımlı olarak varolabilen. 2. Bir nesnenin öze ilişkin olmayan, özden kaynaklanmayan ikincil derecedeki özellikleri. Bkz. Öz.

İlkel Toplum

(Pırımtıve Socıety) 1. Modernleşmem iş ya da kurumlan işlevsel olarak farklılaşmamış toplumlar.

2. Sana­yi Öncesi, yazıya geçmemiş ve basit teknolojileri olan toplum­lar.

3. Evrimci yaklaşımlarda karmaşık toplumların evrimleşme sürecindeki ilk aşaması.

İllüzyon

(Illusıon) Bkz. algı yanılması

İltica

(Refuge) Bir kimsenin yaşadığı, yahut vatandaşı olduğu ülkeden zorla smırdışı edilerek veya kaçarak yabancı bir dev­lete sığınması.

İman

(Faıth) 1. Doğrulamak, onaylamak, inanmak.

2. Peygam­berler aracılığıyla Allah tarafından vahyedılen bilgilerin doğru olduğunun kabul edilmesi. Allah’ın varlığına ve birliğine, pey­gamberlere, kutsal kitaplara, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna İnanmak. İman eden kimseye de mümin denir.

3. Bir şeyi kalb ile tasdik ve dil İle ikrar etmek; söz ile ifade edip, gönülden de onaylamak.

İmece

Genellikle köylerde bir ailenin veya birarada yaşayan topluluğun bazı ortak İşlerinin birlikte yapılması, bu amaçla yapılan örgütlenme; gönüllü katılıma dayanan karşılıklı yar­dımlaşma sistemi.

İmge

(Image) İm. Duyumsal bir yaşantının beyinde temsil edil­mesi.

İmgelem

(Imagınatıon) Muhayyile; tasavvurat. Hayal gücü ve hayal gücünü kullanma yeteneğinin çizdiği resimlerden oluşan dünya. İnsanın, istediği şeyleri gözünde canlandırabil­irle yetisinin ürünlerini kapsayan evren.

İmitasyon

(Imıtatıon) Bkz. Taklit

İnanç

(Belıef) 1. Varlıkların bizzat varoluşlarına veya varoluş biçimlerine İlişkin en temel önkabuller.

2. İfade veya önerme­lerin doğruluk ya da yanlışhklannı dikkate alarak gösterilen benimseyici yahut reddedici öntavır.

3. Bir şeyin öyle olduğu­na ilişkin doğrudan, belirli nedenlere indirgenemeyen peşin kabul. Sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış bilgi.

İnançsızlık Paradoksu

(Paradox Of Dısbelıef) İnanç­sızlığın da sürekliliğini sağlamanın belirli bir inancı gerektir­mesi; bir şeyi İnkâr etmenin, başka bir şeyi kabul etmeyi zo­runlu kılması. Mutlak anlamda bir şeye İnanmadan başka bir şeyi inkâr etmenin mümkün olmaması. Hiç bir şeye inanma­mak gerektiğine inanmanın da kendi içinde bir inanç olması nedeniyle mutlak İnançsızlığın imkânsızlığını, ifade eden de­yim. Bkz. paradoks.

İnanma

(Belıeve) Bir ifade veya önermenin olduğu gibi kabul edilmesi, benimsenmesi. Bu şekilde benimsenen ve genellikle düşünsel süreçlere hareket noktası oluşturan kabullerin herbi-rine de inanç denir. Bkz. inanç.

İndeks

(Index) 1. Endeks. İstatistiksel verilerin zaman içinde gösterdikleri oransal değişimi ifade eden sayı. Bir göstergenin baz alınan döneme göre içinde bulunulan dönemdeki değişi­mini gösteren rakam.

2. Dizin Aynı kategoride yeralan, arala­rında bir ortak payda bulunan değerlerin rakamsal, alfabetik veya başka bir ölçüte göre sıraya dizilmiş şekli.

İndeterminizm

(Indetermınısm) Zorunsuzluk. Belirlen­mezcilik. Determinizmi reddederek evrende meydana gelen herşeyin değişmez yasalarla açıklanamayacağını, nedensellik yasasına bağlı olmadan gerçekleşen olay, olgu ve süreçlerin de bulunabileceğini, İnsan iradesinin her zaman neden-sonuç zincirine bağlı olarak çalışmadığını ileri süren görüş.

İndirgemecilik

(Reductıonısm) Karmaşık olay, ilişki veya düzenliliklerin daha basit faktör, ilişki veya düzenliliklerle açıklanabileceğini savunan yaklaşım. Çok sayıda etkenin rol aldığı bir sürecin çözümlemesini tek faktöre İndirgeyerek yap­ma. Örn. Bütün toplumsal kurumların ekonomik altyapıya in­dirgenmesi, bütün zihinsel etkinliklerin beynin birer fonksiyo­nu olarak görülmesi, bütün sosyal ilişkilerin psikolojik faktör­lere veya İnsan davranışlarına İndirgenmesi.

İne Beyi

 

Bir malın herhangi bir kişiden, belirli bir vade İle ve belirli bir fiyattan satın alındıktan sonra, aynı kişiye aynı malın peşin olarak daha ucuz bir fiyatla geri satılması. Bu tür bir alım-satım ilişkisinde müşteri (malı veresiye alıp peşin satan kişi) açısından asıl amaç ticarî bir alış-veriş yapmak değil, borç para bulmaktır. Tefeci piyasalarında sık sık rastlanabilen, esasen ortada gerçek bir alış-verişin sözkonusu olmadığı bu işlem, Örtük faiz İlişkisinin ilginç örneklerinden biri sayılabilir. Bkz. Faiz, Hile-1 Şeriyye.

İnfak

Kendisine verilen nimetlere şükretmek niyeti İle kişinin yediği, içtiği, giydiği veya kullandığından diğer insanlara da­ğıtması.

İnformel Grup

(Înformal Group) Bkz. grup

Înformel Örgüt

(Înformal Organızatıon) Bkz. Örgüt

İngiliz Milletler Topluluğu

(Commonwealth) Bkz. Commonweaith

İnkâr

(Deny) 1. İnanmama, bizzat yapılan veya yapıldığına şa­hit olunan bir olay veya durumun sonradan yalanlanması, giz­lenmesi.

2. İnsandaki duygusal çatışmalar ve ruhsal gerginlik­lerin yolaçtığı sıkıntıları hafifletebilmek İçin, sözkonusu çatışma ya da gerginlikleri yaratan faktörlerden en Önemli bir veya birkaçının unutulması yahut inkâr edilmesi hali. Örn. Biricik çocuğu Ölen bir annenin bunu bir türlü kabullenememesi ve sanki yaşıyormuş gibi sofradaki yerini, yatağını hazırlaması, ölümünden sözettirmemesi.

İnsan Ekolojisi

(Human Ecology) Bkz. ekoloji

 

İnsan Hakları

(Human Rıghts) Her insanın doğuştan sahip olduğuna İnanılan ve dokunulmaz, devredilemez, vazgeçile­mez nitelikte oldukları kabul edilen haklar. Örn. Yaşama, inanma, düşünme, düşündüğünü İfade etme, evlenme, can ve malını koruma hakkı.

İnsan İlişkileri Okulu

(Human Relatıons School) E. Mayo başkanlığında yürütülen ve bir örgütün amacına ulaş­ması, üretimde verimliliğin artırılması için klasik örgüt kura­mının sadece maddî bir kaynak olarak gördüğü insan unsuru­nun, maddî olmayan birçok boyutunun da önemli olduğu so­nucuna vararak klasik örgüt kuramının eksikliklerini tamamla­yan araştırmaların yapıldığı okul.

İnsanbiçimcilik

(Anthropomorphısm) 1. Antropomor­fizm. Evrene veya İnsan dışındaki varlıklara insanın özellik ve sıfatlarını yükleyen; her nesnede, hatta soyutlamada, İnsanda varolana benzer unsurlar bulup arada paralellikler kuran yaklaşım.

2. Tann’nın, insandan daha güçlü ve yetkin olmakla be­raber, şekil ve nitelik bakımından temelde insana benzediğini kabul eden felsefî görüş. Tanrı’yı insan suretinde tasavvur et­me. Bkz. Aydinlanma, İnsan Merkezcilik.

İnsanbilim

(Anthropology) Bkz. Antropoloji

İnsanmerkezcilik

(Anthropocentrıcısm) 1. Antropo-sentrisİzm. İnsanı evrenin merkezine yerleştiren, İnsana ait değerlerin evrenin işleyişinde rrıerkezîbir konuma sahip oldu­ğunu savunan, varoluşu sadece İnsanın deneyimlerine indir­geyerek sınırlayan yaklaşım. İnsanı tüm değerlerin referans kaynağı kabul etme anlayışı.

2. Evrendeki tüm varlık ve bunlar arasındaki ilişkilerin, insanın bilgi, çıkar ve eğilimleri doğ­rultusunda kavranması, anlamlandırılması ve değerlendirilme­si.

İntihar

(Suıcıde) Bir insanın kendi iradesi ile doğrudan veya dolaylı yollarla hayatına son vermesi; sonucunu bile bile ken­disini ölüme götürecek etkinliklerde bulunması.

Başkalarının mutluluğu veya selameti için yapılan intihara altru-istik intihar; toplumsal çözülme veya anomi durumlarında sosyal kimliğin kaybolması sonucu meydana gelen İntihara anomik İntihar; kendini ispat etmek, başkalarına bağımlı ol­madığını göstermek veya sorumluluğunun bir gereği oiduğu-nu düşünerek yapılan intihara da egolstik intihar denir.

İntrojeksiyon

(Introjectıon) Çevrenin düşüncelerini, davranışlarını ve kişilik özelliklerini benimsemek biçiminde gerçekleştirilen; normal düzeyde, çevreyle uyumu kolaylaştı­rırken, aşırıya kaçılması durumunda insanı özgünlükten, ba­ğımsız kişilik ve yaratıcı güçten yoksun bırakan rahatlama me­kanizması.

İpotek

(Mortgage) Bkz. teminat

İrade

(Wıll) İstenç. Herhangi bîr konuda karar vermek veya bir eylem yahut etkinliği gerçekleştirmek için gerekli olan bi­linçli muhakeme gücü ve kararlılığı; alternatifler arasında bile­rek ve isteyerek seçim yapabilme yetisi. Bkz. küllî irade, cösö irade, millî irade.

İrade Özgürlüğü

(Freedom Of Wıll) Kişisel etkinliklerde insan iradesinin serbest, baskılardan ve denetimden uzak ol­ması, însanın kendi adına, her türlü korku ve endişeden uzak biçimde karar verebilmesi, tercih yapabilmesi.

İradecilik

(Voluntarısm) İstenççilik. Eylem ve davranışla­rın dışsal faktörler veya içinde yaşanan sistemden değil, bizzat bireylerin İradelerinden kaynaklandığını öne süren yaklaşım. Bkz. Belirlenimcilik.

İradî İşsizlik

(Voluntary Unemploynment) Bkz. işsizük

İrangeyt

(Irangate) 1986 yılında Iran-îrak savaşının devam ettiği sırada, îslam Devrimi nedeniyle İlişkileri son derece ger­ginleşen ve sözkonusu savaşta İran’ın karşısında yeralan ABD’nin dönem başkanı R. Reagan’m yetkilendirdiği Beyaz Saray görevlilerinden ulusal güvenlik danışmanı J. Poindexer ve yardımcısı Albay O. North tarafından hazırlanıp yürütülen; İran’a Önce İsrail aracılığıyla, daha sonra da ABD’den doğru­dan yapılan gizli silah satışından elde edilen paranın, ABD Kongresinin yasakladığı bîr yâruım şekli olarak, Nikaragua’da-ki kontra gerillalarına askerî yardım sağlama amacıyla kulla­nılması şeklinde gelişen ve basma yansımasıyla skandala dö­nüşerek dünya kamuoyunda yankılan uzun süre devam edçn olay.

İrredantizm

(Irredantısm) Bir ülkenin, başka bir ülkede yaşayan, dil, din veya etnik köken bakımından kendisinden saydığı topluluklar üzerinde hak iddia etmesi.

İrşad

(Guıdence) 1. Olgunlaştırmak; doğru yolu göstermek; rehberlik, kılavuzluk etmek.

2. Bir din alimi, bir tasavvuf şeyhi ya da bir hocanın, birikim ve yetkinlik açısından daha alt dü­zeydeki İnsanları dînin ne olduğu, insanın dinin gereklerini nasıl yerine getirmesi gerektiği konularında aydınlatıp yönlen­dirmesi.

İrtica

(Reactıon) 1. Geriye dönüş, eskiyi isteme; eski şartlara yeniden dönülmesi taraftarlığı.

2. İslamî yaşam tarzından cahi-liye yaşam tarzına geri dönme.

3. Seküler yaşam biçiminden îslamî yaşam biçimine dönme İsteği. 

İslam Bankacılığı

(Islamıc Bankıng) Bkz. Faizsiz banka­cılık

İslam Dinarı

(Islamıc Dinar) uluslararası Para Fonu’nun kullandığı özel çekme hakkı’na eşit, İslam Kalkınma Banka-sı’nın hesap birkni.

İslam Felsefesi

(Islamıc Phılosophy) 1. Felsefenin alanı­na giren soru ve sorunlara Müslümanların Kur’an, sünnet ve diğer Islamî kültürel mirasın ışığında getirdikleri cevapların oluşturduğu felsefe dalı.

2. Başta Kur’an ve hadis olmak üze­re, Yunan, Hint, İran ve yerel sözlü düşünsel mirasın kaynak­lık ettiği, 8. yüzyıldan İtibaren Müslümanların egemen olduğu topraklarda değişik milletlere mensup düşünürler tarafından ortaya konan varlık, bilgi, hukuk, eğitim vb. konulardaki bilgi­ler, görüşler, çözümlemelerden oluşan bütün.

İslam Fundamentaıizmi

(Islamıc Fundamentalısm) Bkz. Fundamentatizm

İslam Hukuk Metodolojisi

(Methodology Of Isla­mıc Law) Bkz. Fıkıh Usulü

İslam Hukuku

(Islamıc Law) Bkz. Fıkıh

İslam Kalkınma Bankası

(Islamıc Development Bank) IDB. İslam ülkelerinin kalkınma çabalarına destek vermek, bunun İçin gerekli malî kaynağın sağlanmasına yardımcı ol­mak, üye ülkeler arasında ticaret, sanayi, İşgücü ve teknoloji alanlarındaki İşbirliğini güçlendirmek, Müslüman ülkelerde bankacılık ve kalkınmanın finansmanı alanlarında faizsiz çalış­ma sistemini yerleştirmek gibi amaçlarla, 1974’te İslam Kon­feransı toplantısında kurulmasına karar verilen, 1975 yılında da faaliyete geçen kalkınma bankası. Türkiye’nin de üyesi bu­lunduğu, merkezi Cidde’de bulunan sözkonusu bankanın baş­lıca sermayedarları arasında S. Arabistan, Libya, Kuveyt, Birle­şik Arap Emirlikleri ve Türkiye yeralmaktadır. Bankanın hesap birimi, değeri özel çekme hakkı (SDR)’na eşit olan İslam dinarıdır.

İslam Konferansı Örgütü

(Islamıc Conference Orga-Nızatıon) İslam ülkeleri arasında bilimsel, kültürel, iktisadi ve sosyal alanlarda işbirliği sağlamak, sözkonusu ülkelerin uluslararası toplantılarda dayanışma İçinde olmalarını temin etmek amacıyla 1949 yılında oluşturulmuş kuruluş.

İslam Radikalizmi

(Islamıc Radıcalısm) 1. İslamî radika­lizm. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda kurulu bulunan, ancak kaynağını îslamî İlkelerden almayan siyasal rejimlerin ve İslamî olmayan yapıların ortadan kaldırılıp siyasal, kültürel, hukuksal ve ekonomik alanlarda köklü değişiklikler yaparak İslamın yaşanabilir bir din haline gelebileceğini savunan gö­rüş.

2. Özellikle 1979 İran îslam Devriminden fonra literatür­de yoğun olarak kullanılmaya başlanan, İslam: baskın bir siya­sal söylem “içinde ifade etme, siyasî otoritenin lölamileştirilme-sini öncelikli sorun olarak algılama ve ıslahatçı-reformist yön­temleri reddederek kökter.d lalamı çözümler peşinde olma tavrını ifade etmek üzere ku’ianüan kavram.

İslamî Tekafül Sistemi

(Islamıc Insurance System) Ka­pitalist sistemin yaygın kurumlarından sigortaya alternatif ola­rak, islamî kaygılarla geliştirilen ve ortaklarının birbirlerine ke­fil olmaları esasına dayanan bir tür sigorta sistemi. Gerçek ki­şilerin yanısıra tüzel kişilerin de ortak olabilecekleri tekafül sistemine göre ortakların koydukları paylar ve toplanan prim­lerle oluşan sermaye İşletilir; faaliyet dönemi sonunda oluşan kâr, payları oranında ortaklara dağıtılır. Dönem sonunda İste­yen ortak anaparasını geri alabilir. Bu arada kâr payı dağıtı­mından bağımsız olarak, herhangi bir şekilde zarara uğrayan ortağa karşılıksız yardımda bulunulması ilkesi esastır.

İstatistik

(Stattstıcs) 1. Nesnel bir değerlendirmeye veya somut bir rakamlandırmaya elverişli olan Özdeş veya benzer olguların nicel yahut nitel özelliklerine göre sistemli olarak toplanması, gruplandınlması, değerlendirilmesi ve bunlardan sonuçlar çıkarılması ile uğraşan disiplin.

2. Belirsizlik ve ras-lantısalhğın geçerli olduğu olay veya durumlar hakkında toplanan sayısal verileri yine sayısal yöntemlerle çözümleme, el­de edilen bulgulardan yararlanarak süreklilik gösteren olayla­rın gelecekteki seyrinin takip edilmesine İmkân verecek ge­nellemelere ulaşmayı konu edinen bilimdalı.

İstem

(Demand) Bkz. Talep

İstenç

(Wıll) Bkz. İrade

İstenççilik

(Voluntarım) Bkz. İradecilik

İstihdam

(Employment) Bir ülkedeki mevcut işgücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde çalıştırılması Bu çerçevede, bir sektörde veya ekonominin genelinde belirli bir tarihte istihtam edilen işgücü miktarına istihdam hacmi; istihdam edilen işgücü miktarının toplam işgücüne oranına da istihdam oranı denir.

İstikrar

(Stabılıty) 1. Kararlılık. Stabilite. Bir dengeye otur­muşluk hali. Şiddetli dalgalanmalardan uzak olma, sakinlik; dengeli.kararlı oluş.

2. Ekonominin ödemeler dengesi, istih­dam düzeyi, enflasyon oranı, faiz oranları ve döviz kurları gibi belli başlı göstergeleri arasında’uyumlu ve kararlı bir denge­nin sözkonusu olması; önemli dalgalanma veya dengesizlikle­rin beklenmemesi. Sözkonusu kararlı dengenin sağlanmasına yönelik olarak alınan tedbirlere İstikrar tedbirleri; istikrar sağlamaya ve İyileştirici makro ekonomik hedeflere ulaşmak için alınması gereken önlemlerin tesbiti ve bunların uygulan­masından oluşan politikaya da istikrar politikası denir. îstik-rar politikalarının yaygın olarak bilinen amaçları enflasyonun düşürülmesi ve Ödemeler dengesinin iyileştirilmesi; bu amaç­lara ulaşmak için öngörülen tedbirler de daraltıcı politikalar, yani krediler ve kamu harcamalarının kısılması, vergilerin artı­rılması, döviz kuru ve faiz oranlarının gerçekçi hale getirilme­si, ihracatın teşviki, dış borçların ertelenmesi veya yeni bir ödeme takvimine bağlanması., gibi tedbirlerdir.

İstikrar Politikası

(Stabılızatıon Polıcy) Bkz. İstik­rar

İstikrar Tedbirleri

(Stabılızatıon Measures) Bkz. İs­tikrar

İstila

(Invasıon) 1. Bir ülkeyi askerî güç kullanarak veya silah zoruyla ele geçirme.

2. Belirli bir bölge veya kullanım alanının öncekinden farklı yeni bir topluluğun eline geçmesi.

İsyan

(Rebellatıon) 1. Başkaldırı. Mevcut kural ve uygula­malara uymamak ve gerekli mücadeleyi göze alarak bunu açıkça ilan etmek.

2. Yönetim biçimini veya yöneticileri değiş­tirmek amacıyla başkaldırma, silahlı mücadeleye girişme.

İş

(Occupatıon) Bireylerin toplumsal işbölümü çerçevesinde yerine getirdikleri, karşılığında ücret verilsin veya verilmesin üretime katkı niteliği taşıyan her türlü etkinlik.Tarım, hayvan­cılık; madencilik gibi doğrudan hammadde elde etmeye yöne­lik işlere birincil işler; el sanatları, halıcılık, çömlekçilik, za­naatçılık gibi yoğun İnsan bilgi ve becerisi gerektiren işlere ikincil İşler; mal üretiminden ziyade servis üretiminin sözko­nusu olduğu işlere üçüncül işler; bir işin yürütülebilmesi için gerekli bilgi, görgü ve deneyime de İş kültürü denir.

İş Kültürü

(Occupatıonal Culture) Bkz. İş

İşbirlikçi

(Comprador) Bkz. Komprador

İşbölümü

(Dıvısıon Of Labour) Bir iş, hizmet veya üreti­min her biri ayn ayrı birimler tarafından yapılan küçük parça­lara ayrılarak yerine getirilmesi. İşin bölüşülmesi.

İşçi Sınıfı

(Workıng Class) Emeğini belirli bir ücret karşılığı satafak geçinen, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayan ve çoğunlukla da çalışma koşulları açısından sermayedar sını­fın insafına terkedilen ücretli insanlar topluluğu. Emeği ile, kol ve beden gücü ile ekmeğini kazanan sınıf.

İşgücü

(Labour Force) Bir ekonomideki fiilen çalışmakta ol^n nüfus ile, çalışabilecek durumda olup iş arayanların toplamı.

İşkence

(Torture/Persecutıon) Bir kişiye bir eylemi yaptı­ğı veya bir sözü söylediğini kabul ettirmek; rızası olmaksızın bir konuda konuşturmak; intikam almak; sadistçe duygularını tatmin etmek gibi amaçlarla yapılan maddî ve manevî baskı veya eziyet. İnsanlık haysiyetine yakışmayan biçimde gerek insan, gerekse insan dışındaki canlı varlıklara reva görülen eza verici muamele.

İşlemsel Tanım

(Operatıonal Defınıtıon) Deney veya gözlem yapabilmek amacıyla somut karşılıkları olmayan, kar­maşık, genel ya da soyut kavramların gözlemlenebilir, algıla­nabilir veya ölçülebilir nitelik taşıyan somut kavramlara dönüştürülmesi ile elde edilen tanım. Örn. Meslek kavramının, sosyal hayatta karşılığı olan ve yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu veya sayısı belirlenebilecek insanlardan oluşan akademisyen­lik, bankacılık, avukatlık, doktorluk gibi alt kavramlarla tanım­lanması.

İşletme

(Fırm/Management) 1. însan ihtiyaçlarının gideril­mesi amacına yönelik faaliyet gösteren iktisadî birim.

2. Bir ekonomik girişimin planlanıp üretime geçirilmesi için gerekli olan bilgi ve süreçlerin tümü.

3. Ekonomi biliminin pratiğe uygulanan bölümü.

İşletme İktisadı

(Managerıal Economıcs) 1. İşletmelerle ilgili işin niteliği, kuruluş, organizasyon, üretim, sermaye temi­ni ve devri, hesap işleri, idare, diğer işletmeler ve piyasalarla olan ilişkiler, izlenecek üretim ve finansman politikaları ile kriz ve riskler dolayısıyla işletmenin karşılaşabileceği sorunla­ra ilişkin konuları belirli yöntemlerle incelemeyi, açıklamayı ve çözümlemeyi konu edinen bilim dalı.

2. işletmenin niteliği­ni, üretim bölüşüm sürecindeki İşlevini, karşılaşacağı sorunlar ile bunlara yönelik çözüm önerilerini irdeleyip tartışan sosyal bilim dalı.

İşlev

(Functıon) Fonksiyon. Bir birimin içinde yeraldığı bü­tüne yaptığı katkı. Bu çerçevede, birimin katkısının bütünde yeralan diğer parçaların çalışmasına engel oluşturmasına olumsuz işlev; diğer birimlerin çalışmasını kolaylaştırıp bü­tünleştirmesine olumlu işlev; amaçlanmamış, çoğunlukla da farkedilmeyen katkıya gizli işlev; bilinçli ve amaçlı katkıya da açık işlev denir. 

İşlevcilik

(Functıonalısm) Fonksiyonalizm. İşlevselcik.

Toplumu oluşturan unsurların her birinin kendine özgü bir iş­levinin olduğunu, bütün bu unsurların karşılıklı bağımlılık ilişkişi içinde işlev gördüğü için hiç bir unsurun yalnız başına bütünü belirleyici bir özelliğe sahip olmadığını kabul eden yaklaşım.

İşlevselcilik

(Functıonalısm) Bkz. işlevcilik

İş Rakilik

 

îslam düşünce tarihinde 12. yüzyıldan itibaren geli­şen ve S. Suhreverdi’nin görüşlerini esas alan felsefe okulu. Buna göre, temel bilgi, kendisi mutlak nur olan yaratıcının, nefsini temizlemesi, günahlardan arındırması sonucu insanın kalbine yansıttığı sezgisel bilgidir. însan bu bilgi ile aydınlanır, elde edilen bu bilgi, aklî ve kavramsal bilgilerinin yardımı ile uygulanabilir hale getirilir.

İşsizlik

 

(Unemployment) Toplam çalışabilir işgücünden be­lirli bir bölümünün iş bulamaması nedeniyle çalışma yaşamı dışında kalması. İşi olmama hali. Çalışamayacak durumda ol­ma ile, iş aranmaması, işsizlik olgusunun kapsamı dışındadır. Bu çerçevede, işsizlik kapsamına giren nüfusun toplam işgü­cüne oranına İşsizlik oranı; mevcut ücret düzeyi ve çalışma koşullarında çalışmak istendiği halde iş bulunamamasına, baş­ka bir deyişle bireylerin kendi iradeleri dışında işsiz kalmaları­na açık işsizlik veya gayri iradî İşsizlik; geçerli ücret düze­yi veya çalışma koşulları beğenilmediği İçin iş bulunamaması durumuna iradî İşsizlik veya gönüllü işsizlik; emek piyasa­sındaki organizasyon ve bilgi eksikliği, işgücünün hareket ye­tersizliği gibi nedenlerle, iş arayanlarla işgücü talep edenler arasında uyum sağlanamaması sonucu ortaya çıkan işsizliğe geçici işsizlik; ekonomideki konjonktürel dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan, durgunluk dönemlerinde artıp canlı­lık dönemlerinde nisbeten azalan işsizlik türüne dönemsel İş­sizlik veya konjonktürel işsizlik; üretim sürecinde istihdam edilmiş işçilerden bir kısmının, çalıştıkları işkolundan alınıp başka bir işkolunda istihdam edilmeleri durumunda ayrıldıkla­rı işkolunun toplam çıktısında bir azalmanın sözkonusu olmamasıyla beliren işsizlik türüne de gizli işsizlik; hızlı nüfus ar­tışı ile üretim faktörlerinin gelişimi arasındaki uyumsuzluk, toplam talepteki kaymalar, uluslararası rekabet ya da talep ye­tersizliğinin yanısıra sermaye donanımının yetersiz olmasın­dan kaynaklanan ve sürekli bir nitelik taşıyan, iktisadî yapının ayrılmaz bir parçası haline geimiş işsizlik türüne de kronik İşsizlik veya yapısal İşsizlik denir.

İthal edilmek durumunda olunan malların yurtiçinde üretilme­sini sağlayarak dışarıya bağımlılıktan kurtulmak suretiyle sana­yileşmeyi Öngören politika. İthal ikamesine dayalı sanayileşme genellikle kendi yağıyla kavrulmayı ve İç piyasayı dış rekabet­ten koruyarak güçlendirmeyi amaçlayan azgelişmiş ülkelere özgü bir sanayileşme stratejisi olup, ihracata yönelik sana­yileşmenin karşıtıdır.

İtibarî Değer

(Nominal Value) Bkz. Değerleme ölçüleri

İtikat

 

İnanma, bağlanma. Bir dinin inanılması zorunlu olan te­mel İlkeleri, bu ilkelere yürekten inanıp bağlanma.

İzomorfizm

(Isomorphısm) İki nesne kümesi yahut nesne­lerle kavramlar arasında, birebir eşleşmeyi mümkün kılacak biçimde varolan denklik.


 

Hakkında Hasan Yener

SM Haber Genel Yayın Yönetmeni SEO - Digital Pazarlama - Sosyal Medya Pazarlama iletisim@sosyalmedyahaber.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir