‘İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı, İsrail’in Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine saldırısının birinci yılında, BBP ve Saadet Partisi üyeleri ile çok sayıda STK temsilcisinin yoğun katılımıyla Beyoğlu’nda protesto gösterisi düzenledi.’ diyor bir haber sitesi.
Vay be, demek ki eyleme katılanlar sadece BBP, SP ve çeşitli STK temsilcileri imiş. Halbuki insaniyete zeval getiren bir olayın anılması için gerçekleşen bir eylemde herhangi bir parti isminin zikredilmemesi gerekmez miydi?. Orada eylemi destekleyen bir tane bile AKP’li, CHP’’li, MHP’li, TKP’li, BDP’li yahut diğer herhangi bir siyasi partinin görüşlerini benimseyen birilerinin varlığı durumunda, bu onların oradaki mevcudiyetini ve desteğini yok saymak anlamına gelmez mi? Ülke tarihinin belki de en önemli seçim süreçlerinden birini yaşadığımız şu günlerde, insanların samimi gayretlerinden ve içten duygularından siyasi propaganda devşirmek de neyin nesi?
Mahşeri kalabalık denir ya hani, öyle… Eyleme en önde destek vermek ne mümkün, insan deryasına kapılıyorsunuz. Siyah, yeşil, kırmızı ve beyaz her yer… O esnada Necip fazıl’ın ‘tepinen Beyoğlu’sundan eser yok, zira o asri tepinmenin can sıkıcı desibelini de bastıran bir uğultu kaplamış etrafı. Bir de maytap kokusu tabi, meşale dumanı aromalı bir oksijen azlığı da cabası… Bayrak satanlar, maytap satanlar, meşale satanlar köşeyi dönüyor, yeni bir grubun köşeyi henüz döndüğünü görünce tezgaha yenilerini koyuyor… ‘Yaşasın Mavi Marmara!’ sözüne, ‘ Allah bereket versin’ sözü eşlik ediyor. ‘Yaşasın Mavi Marmara!’ diyor bir maytap satıcısı, maytap geçercesine sırıtarak.
Açılan pankartlar var. Gözüme ilk takılanlardan; ‘Şehitlerimizin bayrağını tüm dünyada dalgalandıracağız!’ pankartı var mesela. Şehitlerimizin bayrağı yerine ‘insaniyet bayrağını’ hatta daha samimi bir ifadeyle, ‘islamiyet bayrağını’ dense… Zira anlatılmak istenene o en önde açılan pankart pek tekabül etmemiş gibi… Bir de ‘Hepimiz Filistinliyiz!’ pankartı var. Hrant Dink cinayetini protesto edenlerin ‘Hepimiz Ermeniyiz!’ demesine laf edenler vardı değil mi? Bir de orijinal olamama hali var tabii… Neyse, sloganlara takılmayalım. Sloganlar, insanları coşkulandırmak amacıyla atılır. Öyledir elbet ama her tekrar edilişinde kulaklardan kalbe giden yolu kirleten bir slogan vardı ki insanın kanını donduruyordu; ‘Dişe diş, kana kan! İntikam! İntikam!’
Affedersiniz ama sanırım ben eylemin amacını yanlış anladım, yani daha masum daha mantıklı daha insani bir gaye var sanıyordum. Yo yoo, öyle de olduğuna inanıyorum, sadece bazı faktörlerin güdümünde, bazı grupların navigasyonunda kontrolün nispeten ve maalesef yitirildiğini de düşünüyorum. İntikam ne demek? İnsani yardım diyerek yola çıkıldıysa, bu uğurda masum insanlar öldüyse, üstelik haklı ve mazlumken ‘intikam’ demek bu davanın neresinde yer alıyor? Mercilerin en yücesi olan Allah katında haklı ve mazlum olan muzaffer değil midir? Bunu dile getirenlerin gayesi gerçekten insani yardım ve Filistin’e özgürlük mü? Yoksa bol sulandırılmış kurtlar vadisi Filistin soslu Polat alemdar fantezisi yaşama içgüdüsü mü? Koca bir kalabalığın hepsine elbette mal edilemez bu tatsız durum. Fakat bu bilinçsiz hareketler de midemin kaldırabileceği, kalabalığın arasında görmezden gelinmeli diyebileceğim cinsten değil.
Oraya sözde Mavi Marmara hüznü için gelenlerin bır kısmı, kendi meşreplerince eğlenmeye gelen, eylemden bihaber kimseleri de gözleriyle dövmekten geri durmuyor. Sanki kurşunları sıkan onlarmış gibi bakıyorlar. Ötekileştirdikleri insanları ‘Yedikleri içtikleri hep İsrail gıdası, giydikleri İsrail kumaşı, çektikleri İsrail tütünü, hem aramızda değillerse karşımızdadırlar!’ mantalitesiyle sivri bakışlarıyla dürtüyorlar.
Gözüme takılan bir şey var, canımı sıkan. Kalabalığın büyük çoğunluğunda bir hırs yoğunluğu, yüzlerde kolayca okunabilen cinsten bir öfke hakim. Gözler kısık, ağızlar açık, hani hiç ses duyulmasa da görüntülerinden seslerinin rengi ve şiddeti anlaşılabiliyor. Evet, bu sesi duymasanız bile görebiliyorsunuz, hafiften mideniz bulanıyor. Neden burada olduğunuzu sorguluyorsunuz, acaba benim gibi düşünüp, benim gibi hissedip, benim gibi üzülenler başka bir yerde mi toplandı diye geçiyor içinizden.
Akıp giden insan selinde yer yer akıntıların farklılaştığını görüyorsunuz. Profiller çeşitli, rahatsız edici olanlar ise daha belirgin, sesleri daha çok çıkıyor. Gözleri nemle değil, adeta kanla dolmuş gibi bakıyorlar. Ancak bir gruba dahil olmakla, bir güruha ait olmakla var olabilen kimlikler görünüyor berraklığı şüpheli suda.
Aslında baştan herşey güzeldi ve sessizlik huzur fısıldıyordu. Bayraklar, flamalar, grup halinde muhabbetler hoş bir seda bırakıyordu taksim üzerinde. Sadece kalabalığın duasıyla, protesto için atılacak adımlarla bile İsrail’in kokuşmuş kibrini ezebilecek bir ruhi atmosfer vardı havada. Nefesler daha manalı gibiydi sanki. Bayraklar daha bir kırmızıydı, daha bir yakındı Türk bayrağı ile Filistin bayrağı. Önce haremlik ve selamlık idi ahali, olması gereken gibiydi pek çok şey. Sonra ucuz bir belediye konserine benzedi mekan yer yer. Bir zaman sonra kendilerini sloganların coşkusuna teslim etmiş insanlar fark etmiyorlardı grupların, haremin selamın karıştığını, bacılar, kardeşler, anneler, ağabeyler, mahremler, namahremler sağlı sollu, önlü arkalı ilerliyorlar durumun farkında olmadan. Farkındaydım. Belki benim gibilerin sayısı fazlaydı, kaldığı yerden devam etti bulantım.
Midesi bulanan tek kişi olmadığımı, baygınlaşan birilerinin daha olduğunu görüyorum az sonra. Düştüğü yeri yakmış ateş, sadece birkaç kişinin umurunda iken o zavallım, belki de eylemin bereketini de cebinde taşıyor. Ve belki de bereket, o insancığın başı dönünce cebinden düşüp ara sokaklara yuvarlanıyor.
Zikrullaha kendini bırakmışcasına coşan kimseler görüyorum, şaşkınlığım artıyor. Eylemin edep üzre başlayıp, gayeye hizmet edeceğini düşünerek gelmiştim buraya, evet hatırlıyorum.
Bir grup halinde hareket eden insanlar değil, grupçuklar halinde hareket eden insanlar var. Kalabalığın içinde başı çeken bir sürü baş, başa itaat eden bir sürü itaatkar var. Bir şey yapıyor olmanın, ne yapıyor olmandan daha baskın olduğu anlar. İdrakten, iradeden uzak… Başlardan biri bağırıyor amigo gibi, ‘Dişe diş, kana kan! İntikam! İntikam!’ Ve tekrar ediliyor kelimeler rahatsız olunmadan, büyük bir gururla.
Amaç sesimizi duyurmak, unutmadığımızı göstermek, Filistin halkının yanında olduğumuzu, Mavi Marmara vahşetini kınadığımızı belirtmek… Peki bunun yolu slogandan, intikam ve öfke kusmuklarından, çirkin söylemlerden mi geçiyor? Müslümanlıktan anladığımız bu mu? “Bir kötülük gördüğünüzde elinizle düzeltin elinizle düzeltemiyorsanız dilinizle düzeltin, dilinizle de düzeltemiyorsanız kalbinizle buğz edin ki bu da imanın en zayıfıdır.” hadisinin dil ile düzeltilecek kısmından kasıt bu mu? Kavrayamıyorum. Biz de bir şeyler yapıyoruz, sessiz kalmıyoruz edasında vicdan rahatlatmadan azade ne gördüm? Sanırım görmek için geldiğim ve ilk anlarda tattığım o ambiyans, kalabalığın arasında ezildi… Eylem sabahı görevlerini yerine getirmenin haklı (!) gururunu yaşayan, vicdanları rahat, kahvaltılarına gömülen insanların tahayyülü ise sahiden tahammülden uzak.
İhh başkanı Bülent yıldırım’ın ifadesiyle ‘cesur yürek’ idi eyleme katılanlar. Güzel bir hüsn-ü zan örneği, nedense ‘ne güzel savaşıyor’ desinler diye yalınkılıç kafir ordusuna dalan ve öldüğü halde şehit olmadığı Efendimizce beyan edilen o kimseyi hatırladım. Facebook profili için fotoğraf çeken türbanlıların olduğu, hüzün paylaşmaya değil ego tatminine gelmiş kimselerin olduğu, parti bayrağı açan kimselerin olduğu bir yerde ister istemez zihniniz bulanıyor.
‘’Bir yıl önce İsrail’e gelmek için 600 kişi başvurdu. Kanımız Akdeniz’e aktıktan sonra sayı 500 bini geçti” diyor Bülent Yıldırım gayet memnun ve müteveccih. Fakat birilerinin ona fısıldaması lazım ‘aslında gönüllü olmayacakları halde arkadaşlarının baskısı, ricası yahut hatrı ile belki arkadaş meclisinde gönüllü olmanın şaşa’a katacak etkisinden ötürü gönüllülük formu dolduranların azımsanmayacak sayıda olduğunu’.
”Kudüs Muhafızı” olduğu belirtilen Şeyh Raid Salah ise 9 şehidin kanlarının yerde kalmayacağını belirtiyor, şaşırıyorum gerçi alışmışım o an şaşırmaya. Allah aşkına ne demek bu? Cihadın temeli ne zaman kan davası misali intikam içgüdüsüne kanalize oldu? Bu fetva kimden alındı? Hadi gidip vuralım o halde. Alalım kalaşnikofları dalalım İsrail’e. Zor değil. Gemiyi oraya götürecek bağlantılar bulunuyorsa İsrail’e girmek için de bulunur, ama laf-ı güzaf ile yapılmaz cihad. Cihad, eylemde İsrail’e nefret kusup hadi deyince yerinden kıpırdamayacak yeniyetmelerle yapılmaz, şiddetle İslamiyet bağdaştırılamaz.
Kenardan yürüyüşü izleyen ve eyleme alkışlarıyla destek veren insanlar pek çoklarından daha samimiydi bence. Çünkü bu eylemden devşirebilecekleri hiçbir şey yoktu. Bu da salt samimiyete tekabül eder. Haliyle onların varlığı beni memnun etti, slogansız yürürken alkışa eşlik ettim.
Hasılı; ‘samimiyet dildedir!’ düsturunu yanlış anlamış gibiyiz. Dil eski dilde yürek demektir. Yani ‘samimiyet yürekte olduğunda gerçektir!’ denmek istenmiştir. Merak ediyorum, Mavi Marmara’yı yılda birkaç gün hatırlayan, Filistin’i belki birkaç kez cümle içinde kullanan, Gazze’ye özgürlük derken elinde Coca-Cola tutan Müslüman sayımız yüzde kaç artmıştır. Bir vakfa üye olarak cennete kayıt yaptırdığını sananlar var. Gerçekten samimi olanların, yemekten içmekten kesilecek, uykusuz kalacak, Alem-i İslam’ın derdiyle dertlenirken titreyecek kimseler olduğunu düşünüyorum. Ben öyle biri miyim? Estağfurullah, asla olamadım. ‘Olamayanlar’ grubundanım zaten o yüzden iyi tanıyorum gayri samimi profilleri, ama en azından düşüncelerim samimi ve gayretim dertli biri olmaya yönelik.
Yavuz Fatih Ataman
elbette, yazıda da belirttiğim gibi; böylesine ulvi ve uhrevi bir atmosferden siyasi rant devşirmek neyin nesidir?
bir partili kadın(partinin adını vermeyelim), partisinin eski lideri hakkında övücü sloganlar atarken, tabiri caiz ise önünde zıplarken, eşim uyarmış, hanfendi “biraz sakin olurmusunuz, ön tarafta beyfendiler var” demiş ve bu partili ablamız geri dönmüş, “asıl sen sus kapalı yahudi” demiş,
mavi marmara ümmeti birleştirmek için bir fırsattır. bu fırsat körü körüne üç beş oy uğruna harcamayalım.
güzel bir paylaşım olmuş.
olaylara ‘içeride olup dışarıdanmış gibi bakabilmek’ çoğu zaman faydalı tecrubeleri yansıtmaktadır.
teşekkür ederim,
nitekim bir haksızlığı protesto etmek üzere, bir zulme üzülerek gidilen eylemden aynı safta olduğun kimselerin hallerine üzülerek gelmek gerçekten hoş değildir.
hüzün, eylem, protesto hiç kimsenin tekelinde değildir.