Medeniyet, toplumların benimsedikleri inanç ve düşünceler ışığında yaşadıkları çağı anlamlandırma ve toplumda var olan her türlü ilişkiyi şekillendirme çabasıdır. Bu inanç ve düşünceler kimi medeniyetlerde ilahi bir yapı arz ederken kiminde tamamen dünyevi veya ilahi bir etkiye maruz bırakılmadan sadece beşeri faktörlerce oluşturulmuş bir muhteviyattan müteşekkildir. Toplumlar, gerek bireylerin kendi arasındaki münasebetlerini gerekse toplumların kendi dışındaki toplumlarla olan münasebetlerini, sahip oldukları düşünce ve inanç sistematiği çerçevesinde düzenlerler.
Toplumların yaşadığı çağlar birbirinden farklı şartları ihtiva ettiği için düşünce ve inançların yeni durumlara yeni yaklaşımlar geliştirmesi de her bir medeniyeti diğerinden ayırt eden önemli bir husustur. Değişik dönemlerde değişik medeniyetlerin üstünlüğü söz konusu olmuş, bazen birkaç medeniyet birlikte bir çağı faal olarak geçirmiştir.
Medeniyetler tarihin bazı dönemlerinde zayıflamış, silikleşmiş ve neredeyse görünmez olmuşlarsa da özellikle ilahi kaynaklı medeniyetler için tamamen yok olma gibi bir durum söz konusu değildir. Ait olduğumuz İslam medeniyeti 19. ve 20. yüzyıllarda daha fazla olmak üzere, şuanda etkisi ve varlığı çok fazla hissedilmese de Batı medeniyeti karşısında hiç yokmuş mesabesinde kalmış olsa bile bu, medeniyetin yok olduğunu, artık tarih sahnesine üstün bir pozisyonda çıkmayacağı en karamsar bir gözlemci bile söyleyemez. Ancak aynı şeyleri, aynı katiyetle bir deney yapma imkânımız olmadığı için, vahiy temelli olmayan, seküler, kapitalist bir medeniyet için söyleyemeyiz. Bu düşüncemizin temel dayanağı; gerek siyasal gerek ekonomik ve askeri her türlü üstünlüğü elinde bulundurmasına rağmen batı medeniyetinin bünyesinde taşıdığı handikaplar ve bundan kaynaklanan çatışmacı, mücadeleci, hırslı kendi dışındakini önemsemeyen ve dahi hep görmemeye hatta yok etmeye çalışan bir yapıya sahip olmasıdır.
İlahi kaynaklı İslam Medeniyetinin özü şudur: Kullarını yaratan Allah onları en iyi bilendir. Dolayısıyla insanların durumunu, ihtiyaçlarını en iyi bilen Allah, onların mutluluğu için en iyi düzeni de getirecektir. Böylece, hem bireyi hem toplumu ilgilendiren bütün mevzularda temel dayanak yaratıcının va’z ettikleridir. Kuran ve peygamberin sünneti, toplumu şekillendiren bütün ilişkilerde ana çerçeveyi belirlemiş, sosyal, ekonomik, siyasal her türlü meselede yol gösterici bir konumda durmuştur.
En temel dinamiği barış ve selamet olan İslam, insanların ticari ilişkilerinden tutun da diğer dış toplumlarla ilişkilerine sanata ve mimariye kadar her konuda hoşgörü, huzur, birey ve toplumun birlikte maksimum menfaati ilkelerini referans göstermiş, gayr-i müslim olsa bile asla hak ve adaletten sapılmaması, asla zulüm edilmemesi, hayvanlara dahi kötü muamelede bulunulmaması gibi bütün ilişkilerde iyiliği, anlaşmayı, barışı, uzlaşmayı hedef göstermiştir. Bu temel ilkeleri kendine düstur edinen milletler/toplumlar yeryüzünün en büyük medeniyetlerini kurmuş ve bilim sanatta olsun, ticarette olsun milletlerarası ilişkilerde olsun her konuda çağı belirleyici ve çağın önünde olmuşlardır. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar kaynağı İslam olan ana medeniyetin, değişik zamanlarda tarih sahnesinde bulunmuş alt medeniyetleridir.
Temelinde sulh ve selamet olan İslam medeniyetinin, yaşadığımız devirde çatışmaların, terörün, ölümlerin kaynağı gibi görülmesi ve gösterilmesi sadece bir yanıltmadan ibarettir. Evvela ana değerlerine sırt çevirmiş ve zamanı okuyamamış Müslüman toplulukların ideal İslam medeniyetini yansıttıklarını söylemek tarihi gerçeklerden bihaber olmak demektir. Özellikle sanayi devriminden bu yana Batı medeniyetinin üstünlüğü devam etmiş, iki asrı geçkin bir süredir Doğu medeniyetleri (Çin, Hint, İslam Medeniyetleri) hemen her alanda Batının arkasında kalmışlardır.
Bilim, teknoloji, sanat, ekonomi vb. her türlü medeni konuda tartışılmaz bir üstünlüğü olan Batı medeniyeti İlahi kaynaklı olmadığı için özünde ‘diğerini’ düşünmeyi barındırmamaktadır. Temelinde bireysel manada azami fayda ve menfaatin beraberinde, toplumsal düzlemde de refahı getireceği düşüncesi olan Batı, kendi dışındakileri hep öteki diye yaftalamış ve ‘West and Rest’ türü bir ayrıma tabi tutmuştur. Sadece kendi menfaatini düşünen Batı bu menfaatleri elde etme yolunda önüne çıkan her engeli Makyavelist bir yaklaşımla, her türlü yola başvurarak aşmaya çalışmıştır.
Ancak Batı medeniyetinin de mutlak üstünlüğü devam etmemiştir. En azından Doğu medeniyetlerinde bir uyanış hareketi son zamanlarda kendini göstermektedir. Kendinin farkına varan bu medeniyetler, özellikle İslam medeniyeti, gözünü açıp etrafa baktığında Batının kendi dışındakileri sadece kendisine hizmet etmek için kullandığının farkına varmıştır. Olan bitenin farkına varan İslam toplumları seslerini yükseltmeye çalışmış ve bu ses Batı için bir tehlike işareti olarak algılanmıştır.
Kendi dışındakileri yabancılaştıran, ötekileştiren Batı, kendi medeniyetinin kemal noktasında bulunduğunu, diğer medeniyetlerin ise noksan olduğunu ve bu yüzden Batı medeniyetinin değerlerini benimsemeleri gerektiğini öne sürmüştür. Kendi dışındaki medeniyetler kendisine mutlak itaat etmediği, karşı çıktığı için de temelde medeniyetler arasında bir uzlaşma, bir uyuşma durumunun olmayacağı hep bir çatışma ihtimalinin olacağını söyleyerek kendi dışındakilerine üstün medeniyetlerini kabul ettirme mücadelelerini meşrulaştırmışlardır.
Özellikle medeniyetler çatışması kavramının ortaya çıkmasından sonra Batı medeniyeti İslam toplumlarını hep kendi değerlerine karşı görmüş ve en iyi olan kendi medeniyetlerini onlara kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bu çatışma ortamında, elindeki her türlü üstünlüğü kullanarak (özellikle iletişim teknolojisi alanında) İslam medeniyetinin temelde çatışmacı, kavgacı, savaşçı bir yapıda olduğuna bütün dünyayı inandırmaya çalışmışlardır.
İşte medeniyetler ittifakı denen olgu bu yanlış düşünce ve algılamayı düzeltme amacı taşımaktadır. Bu olgu medeniyetlerin birbirleriyle kavga edip çatışarak değil, bir araya gelip uzlaşarak mevcudiyetlerini sürdürmelerinin mümkün olduğunu kanıtlamaya matuf bir düşüncedir. Medeniyetlerin birlikte yaşayarak daha iyi bir dünya oluşturma düşüncesinin önünde en büyük engel olarak görülen İslam medeniyetinin, çatışmacı ve kavgacı değil aksine barışçı, uzlaşmacı, başkasının yaşam hakkına en az kendisi kadar değer veren bir anlayışa sahip olduğu ve yüzyıllar boyunca bunun en güzel örneklerinin tarihte yaşandığı gerçeğini bütün dünyaya gösterme niyetindedir.
Tarihte altın sayfalar açmış İslam medeniyetinin öncüleri hep âlimler olmuştur. Bu alimler hem kendi medeniyetlerinin ana damarı olan İslam bilimlerinde hem de zamanlarının müspet bilimlerinde derin bilgi sahibi olmuş, zamanlarının en üstün bilim insanlarıydı. Bu alimler her türlü eserleriyle İslam medeniyetini daha bir ileri taşımış ve en yüksek seviyelere ulaştırmışlardır. Şimdi de İslam Medeniyetini eski güzel günlerine kavuşturmada ve bunu bütün insanlığa anlatmada en büyük sorumluluk âlimlere/bilim insanlarına düşmektedir.Gelecekte dünyayı şekillendiren şeyin kavgalar ve savaşlar değil; barış ve uzlaşma olmasını isteyenlerin azimle mücadelesini verdikleri bu medeniyetler ittifakı düşüncesine her bilinçli birey kendi çapında katkı sağlamaktan geri durmamalıdır.