Yazıya nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Türkiye’de yaşanan futbol fiyaskosundan mı, UEFA’nın Türk futbolu adına yaptığı yeni düzenlemeden nasiplenemeyen TFF’nin gönüllü adalet körlüğünden mi, Fenerbahçe üzerinden yeni bir Aziz Öcalan’la karşı karşıya olduğumuzdan mı bahsetsem gerçekten bilemiyorum.
Futbolun evrensel yasalarına göre Türkiye Süper Liginde 2010-2011 sezonunda Trabzonspor şampiyon oldu. Bunun sonucu olarak Trabzonspor Şampiyonlar Ligine katılmaya hak kazandı. Neresinden bakılırsa bakılsın bu evrensel aklın kabullendiği açık bir realitedir. Ama ortada garip bir durum var. Türkiye’de şampiyon olmuş bir takımın şampiyonluk kupası Kadıköy’deki bir müzede emanette duruyor. Bu garip durumla ilgili olarak bu ülkede kılını kıpırdatan bir Allah’ın kulu yok.
Şimdi böylesine bir durumda Trabzonspor’un Şampiyonlar liginde korsan bir şampiyon gibi oynuyor olmasının sorumlusu kim? Trabzonspor 14 Eylül 2011 tarihi itibariyle şampiyonlar liginde rakibi İnter ile İtalya’da oynadığı grup maçını 1-0 kazanmayı başardı. Yani Trabzonspor’un Türkiye’yi temsil eden bir şampiyon olduğu UEFA tarafından ve tüm Avrupa spor basını tarafından tescillendi. Dolayısıyla Türkiye’deki yapısal garabeti ironiye vuracak olursak belki de Türk futbolundaki kayıp şampiyon Trabzonspor’dur da diyebiliriz. Şayet Trabzonspor’un şampiyon unvanıyla bir uluslar arası müsabakaya katılmaya hakkı varsa o zaman oynadığı ligin kupasının bir benzerini darphanede bastırıp kendi müzesine koymaya da hakkı vardır. Çünkü kısa vadede Türkiye’de bu olayın başka türden bir çözümü görünmüyor. En azından Trabzonspor taraftarlarının bastırılmış duygularının tatmini için bu gereklidir. TFF’nin Fenerbahçe’ye verdiği kupayı da Kadıköy’den Metris cezaevine göndermek insani bir durum olarak değerlendirilebilir.
Bugüne gelecek olursak; aslında Fenerbahçe’nin amatöre düşürülmediği bir ülkede futbol analizi yapma konusunda kendimi çok iyi motive ettiğim söylenemez. Onun için böylesine hafifmeşrep bir yazı yazmayı yeterli görüyorum. Umarım beni biraz anlıyorsunuzdur.
Benim futbol ölçülerime göre Türkiye’de bu yıl ölü doğacak. Çünkü Türk futbolundaki birçok kulübün ve futbol adamının, spor yazarının futbolla olan ilişkisi gayri meşrudur. Bu ilişkiden ortaya çıkacak ayakoyununun bir şampiyonu olmayacaktır. Yani sezon sonunda çocuk kaçınılmaz olarak piç doğacak. Maalesef bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Oysa buna rağmen Türkiye’deki maçlarda tribünlerin şu şekilde tezahürat etmesi gerekiyordu; ‘’ Durun hakem bey, bu lig oynanamaz..!’’ ‘’Durdurun ligi düşecekler var..!’’ Yaşanan onca rezalete rağmen rezilliğin göbeğindeki onca lağım faresi yerli yerinde duruyor. Türk futbolunun bütün suçunu yirmi kişiye yıkmak akıl karı bir iş değildir. Ortada bir sistem sorunu var ama bu kimsenin umurunda değil. Kimsenin umurunda olmayan şeyin de insanları cezp etmesi beklenemez. Bu yıl Türkiye’de futboldan ziyade sıkı idman maçları olacak.
Şöyle düşünelim; Fenerbahçe bu yıl kümede kalamadı ve Bankasya’ya düştü. Peki, Federasyonun kararı şike soruşturmasıyla ilgili kararı ne olacak? Türk futbolu Fenerbahçe’den bir yıl süper lige yükselme alacağı mı olacak? Evet bir şey yaparken her ihtimali düşünmeli. Ya şampiyon olursa durum daha da vahim. Bu şuna benziyor; hırsızlık yaptığı herkesçe bilinen birinin mahkeme sonuçlanana kadar hırısızlık yaptığı kuyumcuda çalıştırılmaya devam etmesi. Bir hırsızın hırsız olduğunu anlamak için sadece bir küpeyi çalmış olması yeterlidir, bütün altınları bir çuvala doldurup kaçması gerekmiyor. Daha önce de dediğim gibi dünyada çok az ülkede hayat Türkiye’deki kadar karmaşıklaştırılmıştır. Oysa hayat çok basittir; sana ait olmayan bir şeyi çaldıysan sen bir hırsızsındır. Hepsi bu kadar. Bunun tespiti için mahkeme de kanun da gerekmiyor, azıcık vicdan yeterlidir. UEFA’nın kararının ruhu da burada saklı. Yaptıysan, ki bütün evren yaptığında hemfikir, kendi kendini becer. Ne kadar basit değil mi? Bu durumda Trabzonspor’un şampiyonluk kupasını şike yaptığını bildiği halde iade etmeyen Fenerbahçe yönetimi, futbolcuları ve o pisliğin kokusundan zevk alan tüm Fenerbahçeli taraftarlar birer hırsızdır. Bu çok açık, net, yalın, basit ve değiştirilemez bir doğa kuralı gibi bir şeydir. Fenerbahçeliler birer hırsızdır. Ve emniyette görev yapan memurlar katalog suçlarda bu hırsızlarla ilgilenmelidir. Nokta.
Gelelim İnter – Trabzonspor maçına. Trabzonspor Fenerbahçe’nin sahte şampiyonluğu yüzünden UEFA’da ‘’hazırlık maçları’’ yaptı. Dolayısıyla Şampiyonlar Ligi için bahanesi yoktu. Transfer için zamanını Fenerbahçe’nin çaldığı doğrudur ama siz büyük hedefleri olan bir takımsanız bunun da bir çaresini bulmak zorundasınız. Bulamıyorsanız bunun anlamı şudur; Trabzonspor’u Şenol Güneş’in futbol dehası ve futbolcuların özverisi bir yerlere taşıyor. Diğerleri de futbolda dönen para çantalarını öteye beriye taşıyor. Bu durumda ben şunu sorarım; bu ganimetten Trabzon’da altyapılarda futbol oynayan gençlere ne düşüyor? Hiçbir şey düşmüyorsa o zaman çok fazla vıdı vıdı yapmanın da anlamı yok demektir.
Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligindeki ilk maçında İnter’le karşılaşıyor olması bir şanstı. Bu kadar bariz bir gerçeği hiçbir spor yazarı öngöremedi maalesef. İnter özgüveni hırpalanmış sorunlu bir takım görüntüsündeydi. Gerçi Trabzonspor’un mental gecikmesi de vardı ama futbolla teması artıkça UEFA maçlarından taşıdığı saklı enerjisi bu maçta bir denge gücü olarak açığa çıkmasına neden oldu. İşte bu dengede Trabzonspor kovaladığı şansı buldu ve değerlendirdi. Hem de potansiyelini tam olarak kullanamadığı bir maçta. Bu galibiyetle Trabzonspor hem özgüvenini geliştirmeyi başardı hem de gruptan çıkmanın sanıldığı kadar zor bir şey olmadığını keşfetti.
Her zaman söylediğim şeydir; bir futbol maçını kazanmak için mükemmel olmak zorunda değilsiniz. Hatta kazanabilecek kadar kötü oynama hakkınız bile var. Bu türden maçlarda oyunu dengede getirmek ve futbolun doğasının size sunduğu fırsatlar üzerinde soğukkanlılığınızı korumak önemlidir. Trabzonspor’da bunu yaptı.
Trabzonspor İnter karşısında genelde iyiydi, daha iyi olabilir miydi? Kesinlikle evet. İlk yarıda hücumda neredeyse forvetsiz bir görüntü verdi Trabzonspor. Bu düzeyde maçlarda özellikle Alanzinho ve Halil daha güçlü daha mekanik olmak zorunda. Zokora futbol açısından tam bir ‘’zebani karakter’’. Yaratıcı özellikleri bakımından kuşkularım var. Serkan eski gücünde değil. Aşılamayacak türden olmasa da savunmada uyum sorunu vardı. Yabancı oyuncularının ağırlıklı olduğu bir maçta Trabzonspor’un aldığı üç puanla önemli bir iş başardı. Bu da Trabzonspor’un yabancı transferlerinin çok kötü olmadığının bir göstergesi. Ben şahsen bu yıl Trabzonspor’un ligte küme düşmemesini yeterli görüyorum. Bunu şunun için söylüyorum; şampiyonlar ligi garip bir şekilde sıradan bir takımı bile futbola uyandırırken Türkiye’de en iyi takımı futbola uyutuyor. Trabzonspor bu yıl ligi idman ligi olarak oynamalı ve gerçek gücünü Şampiyonlar liginde kullanmalı. Yine şahsi kanaatime göre şampiyonlar ligindeki bir maçtan alacağı üç puan Fenerbahçe’nin dahil olduğu bir ligten alacağı şampiyonluktan çok daha önemli. Zira Trabzonspor Türkiye’de şampiyon olduğu zaman hem zamanını, hem parasını hem de şampiyonluk kupasını çalıyorlar. En azından şampiyonlar liginde galip geldiği zaman puanlarını, paralarını çalmıyorlar. Bu açıdan bakıldığı zaman Trabzonspor’un birinci hedefi kesinlikle Avrupa olmalıdır. Şampiyonluğun piç doğacağı bir ligte bırakalım Fenerbahçe şampiyon olsun.