Kitaplarla konuşup, kitaplarla hasbihal etmeyi insanlarla konuşmaya tercih ediyorum artık. Çünkü insanların betticket konuşurken dağıtmayı sevdiğine bir çok kez şahit oldum. Fakat kitaplar öyle mi?! Asla ve katta! Zira kitaplarda bir nizam, bir düzen, bir yerleşke, bir akışı var! İşte bu saydığım hasletlere sahip kitapların her düşünceyi de topladığına inanıyorum. İnsanoğlu konuşurken saçabilir, kitaplarla konuşunca o saçılmış tüm şeyler bir anda toplanıverir… Bu yüzden, kimilerinin samimiyetsiz konuşmasını dinlemektense, aslında hiç konuşmayan, ama beyaz sayfaları arasında dilsiz bir şekilde konuşan kitapların limanına, gölgesine sığınmayı daha akıllıca buluyorum…
Ülkemiz insanlarını özellikle sosyal medyada bu mutsuz, doyumsuz ve hep sidik yarışı içinde olmasını betticket ise yadırgıyorum! Bu mutsuzluk ve doyumsuzluğun sebeplerini merak ettiğimden bizleri bu hale getiren sebepleri de irdelemek gerektiğine inanıyorum. Sanıyorum, tek suçlu “endüstri ve sanayi uygarlığı”nın insanların genetiğini değiştirdiği gerçeğidir… İnsanımızı o derece normal düzenine, kendi toplumuna, kendi şahsiyetine bu kadar yabancılaştıran bu hınzır düzenin ta kendisidir.
Peki, onca kalabalığın içinde bu uygarlık bizi nasıl savunmasız ve yalnız kılıyor bunu da sizlere mini de olsa izah edeyim…
Malum âliniz, Batılı toplumlar, bilimle üretimi harmanlayarak önümüze çağdaş teknolojiyi çıkartıp sonra da bu teknolojiyi kullanmamız için gözümüzün içine, burnumuzun dibine kadar soktular! Gelişmiş kapitalizm yeni kârlar aramaya devam ediyordu tabiatıyla da sürekli ama sürekli yeni ihtiyaçları da kışkırttığından sanayi toplumu işi: reklamla, sinemayla, dizilerle, internetle kendi Standingi’mize (Yaşama düzeyi) uygun hoşa gidebilecek metaları başta reklamlarla bir bir sunuverdiler bizlere! Artık siz filan marka mobilyalarla döşeli bir salonda oturmuyorsanız, arabanız filanca marka değilse, filanca tatil köyünde yazlığa gidip tatil yapamıyorsanız, “git kendini öldür daha iyi” psikolojisinin dehlizine düşmek zorunda kalıyorsunuz.
Bu yaşama düzeyini elde etmek, karmakarışık sanayi toplumunun çarkları içerisinde bireyin kendini harcaması gerektiğini salık veriyor bizlere elbette. Bu yüzden, eş, dost, arkadaş, aile, acımasız olacak, gözü de hiç bir şeyi görmez olacaktır. Dostluk, dürüstlük, iyilik, yardımlaşmanın hiçbir anlamı kalmayacak, varsa yoksa lanet olası; “başarı”… İşte bu başarının yolu da ya para, ya ün, ya şan, ya şöhret ve mevki anlamı taşıyor haddizatında!
Birey, hele hele gelişmiş, aşırı derecede uzmanlaşmış Batılı toplumlarda bu çarkın dişlileri arasına girdi mi, çok geçmeden hem öteki insanlara yabancılaşıyor hem de kendisine ve vestiyere kafasını kaptırıveriyor diyebiliriz… Sistemin ona sürekli olarak tek ve en önemli başarı belirtisi diye gösterdiği şeyleri sağlasa bile maalesef hiçbir şekilde de doyuma ulaşamıyor. Çünkü icat edilen ihtiyaçlar sonsuz, oysa kazanılan para daima sınırlı değil miydi? O halde, her reklam edilen ürünle yeni mutluluk vaat edildiği halde, bu gelişmiş endüstri toplumu, gerçekte bir doyumsuzluk ve mutsuzluk toplumu olup çıkmıyor mu karşımıza? Yani, çalışıyorsun, çabalıyorsun, yıllar sonra bir yere geldim sanıyorsun, aa bir de bakıyorsun ki arpa boyu kadar yol gidememişsin daha… Öyle ya, önünde daha çok uzun yıllar var, geldiğin her nokta anlamsız, çabaların malayani, mutluluğun ise ideal olmayan bir hayal olmaktan öte gitmiyor… Tam burada bir zaman sonra içini bir kaçış isteği sarıyor insanın… Bu insanlık dışı toplum düzeninden koşarak uzaklaşmak ve kaçmak yani… Son yirmi beş yıldır şu söylediklerimi kanıtlayacak çok olaylar da yaşadık haddizatında…
Son yirmi beş yıldır lanet olası Batı uygarlığının biz insanlara kişisel bazda sunduğu hayat biçimi, ölünceye kadar dapdar büroların yazıhanesinde oturmak ve ömür tüketmekten öte gitmedi… İyi de 1968’li yıllardan beri emperyalist Amerika’dan başlayarak bütün Batıyı etkisi altında bırakan hemen hemen her fikre itiraz eden bir gençlik vardı! Peki haksızlar mıydı? Sözde dünyanın süpersonik devleti! İyi de ne sunmuş şimdiye kadar yetişen başta kendi nesillerine? Hepsinin bildiği tek şey kıyasıya bir başarı savaşı, birbirinin kafasına, sırtına basarak yükselen insanlar zümresi, bir avuç tekelin çıkarları için dünyanın dört bir yanında, ölmek ya da bir büroda, bir yazı masasının ardında pineklemek… O tarihte düzeni değiştirmek için devrimci çıkış arayan gençlerin çoğunun babalarının kaderlerini yaşamak istemediğini de biliyoruz. Ne var ki, gelişmiş endüstri ve sanayi toplumu her alanda iyi bir örgütlenme yapmış olsalar dahi, şiddete yönelen zenci Müslümanlar, Kara Panterler, öteki radikal hareketler, birer ikişer böcek gibi ezilmediler mi ABD’de…
Son söz olarak hatta sonuç olarak, duygusal ve tutkusal Batı yandaşı “ilericilerimiz” çağdaş ve gelişmiş denilen Batı toplumu yaşadığımız yüzyılı bir dünya savaşları dönemi yapmakta hiç çekinmemiş, kendi içinde de sürekli mutsuzluklar yaratarak kendi bireylerini kendisine yabancılaştırıp ümitsizliğin götüreceği en son iskeleye yani ölüme kadar sürüklemiştir. Batı uygarlığının tartışmasız hayranı sözde aydınlara bu düşünce, düşünebilen Türkiyeli Batı sevicileri için ne büyük bir darbedir bu onu da siz düşünen insanların akıllarına havale ediyorum…