Rusya’nın son dönemde Ortadoğu coğrafyasında stratejik hamlelerinin bir sebebi olarak AB ile Rusya’nın Ortadoğu politikalarındaki birlikteliği gösterilebilir. Günümüz dünyası tek kutuplu bir yapıdan çıkar birlikteliklerine yönelik bölgesel işbirliklerine yönelmekte ve bu bağlamda bölgesel kutuplar ortaya çıkmaktadır. Rusya ile AB arasındaki çıkar birlikteliğinin temel sebebi ise Rusya’nın askeri üstünlüğü ve enerji rezervlerinin geniş olması ile AB’nin de Rusya’ya karşı görece mali ve teknolojik üstünlüğüdür.
AB ülkelerinin kendi toplumları nezdinde Rusya’yı bir ortak olarak görememelerindeki en büyük sebeplerden biri Rusya’ya olan Sovyet döneminden kalma güvensizlik ve Rusya’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından en çok ceza alan ülkelerin başında gelmesi yani Rusya’daki insan hakları ihlalleridir.
Günümüz siyasi mücadelesi içerisinde önemli bir yer edinen insan hak ve özgürlüklerine ilişkin uygulamalar sadece ülkelerin kendi iç siyasi meseleleri olmaktan çıkmıştır. Uluslararası ilişkiler bağlamında çıkar ilişkileri olan ülkeler arasında da bir koz veya kart olarak kullanılmaya başlanmıştır. Her ne kadar Rusya’nın AB’ye üye olabilirliği gündeme geldiğinde “biz Türkiye gibi sürekli aday konumuna düşmek istemeyiz” dese de Rusya ve AB orta vadede birbirine bağımlı olacaktır. AB için bir değer olan özellikle de kaynağı kendisi olarak gördüğü ve dışarıya pazarladığı bir değer olan ‘insan hak ve özgürlükleri’ AB toplumu genelinde vazgeçilemez ve taviz verilemez olarak görülmektedir. Bu nedenle otoriter bir devlet anlayışından henüz kurtulamamış olan Rusya’nın insan hakları ve basın hürriyeti gibi konularda baskıcı ve sansürcü politikaları AB toplumu nezdinde hoş karşılanmamaktadır. Son yıllarda gözle görülür bir artış kaydeden bu baskı ve sansür uygulamaları ile birlikte Rusya’daki insan hakları sorunu iki başlık altında incelenebilir.
Bunlardan ilki ve ön önemlisi, Rusya için fiilen savaş sahası olan Kuzey Kafkasya müdahaleleridir. Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (MRG) tarafından yayınlanan son raporda, Çeçenistan, Dağıstan ve İnguşetya’da son dönemde artan çatışmalar ve Moskova metrosunda 40 kişiyi öldüren bombalı saldırının ardından, Rusya’nın saldırının sorumlusu ve kaynağı ilan ettiği Kafkas halklarına karşı büyük bir askeri saldırı başlatma ihtimali öngörülmektedir. Sivillerin baskı, soykırım, kitlesel cinayetler ya da şiddet görme tehdidi altında olduğu ülkeleri listeleyen yıllık indeks raporuna dayandırılan değerlendirmeye göre, Rusya 70 ülke arasında 16. sıraya yükselmiştir.
Tüm bunlara rağmen Rusya’nın Kafkasya müdahaleleri Batı’da bir iç sorunmuş gibi algılanmaktadır. Rus ordusu ve yetkilileri tarafından gerçekleştirilen her türlü ihlal, İnsan Hakları İzleme Komitesi ve Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi önde gelen insan hakları örgütleri tarafından tespit edilmesine ve rapor olarak yayınlanmasına rağmen, ABD ve Avrupa hükümetlerinden beklenilen tepkinin gelmemesinin nedeni ise Rusya’nın ‘sınırları içerisinde terörle mücadele’ söyleminin halen kabul görüyor olmasıdır. Uluslararası kamuoyunun bu ihlallere karşı sessiz kalması, sınırları içerisinde ya da dışında ‘terörle mücadele’ adı altında operasyon gerçekleştiren güçlü ülkelerin nasıl bir strateji izleyecekleri ve uluslararası toplumun bunu nasıl denetleyeceği konusunda zihinlerde yeni soru işaretleri bırakmıştır. Özellikle Batı, 11 Eylül sonrası ‘terörle mücadele’ adı altında gerçekleşen operasyonlarda ortaya çıkan insan hakları ihlallerine ve özelde ise Kafkasya’da yaşananlara çözüm getirme konusunda ısrarlı ve istekli bir tavır sergilememektedir.
İnsan haklarına biraz daha duyarlı olan AB ülkeleri, başlangıçta Rusya’da demokratikleşme yönündeki reformları desteklerken aynı zamanda Rusya’nın insan hakları normlarına uyup uymadığının da denetlenmesinin gerektiğini ifade etmekten çekinmemiştir. Örneğin, Çeçenistan’da sivil halkın katledilmesi, sadece Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından savaş suçu olarak kabul edilirken Uluslararası Mülteci Haklarını Koruma Örgütü (International Refugees) ise Çeçenistan’da insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarını anormal bir durum değil, ‘savaş taktiği’ olarak görmesi, kısmen de olsa ABD ve Avrupa ülkelerinin yaklaşımlarındaki farklılığı yansıtmaktadır. Bunun temel sebebi yukarıda belirttiğimiz gibi AB’nin bazı değerlerin savunucusu ve pazarlayıcısı olmasından kaynaklanmakla birlikte ABD için durum ABD’nin hegemonik bir süper güç olması ve eski rakibi Rusya ile çıkar ilişkisine dayalı olarak yürüttüğü politikasıdır. Bununla birlikte, hiçbir AB ülkesi Çeçenistan sorununun Rusya’nın iç meselesi olduğu ön kabulünü sorgulamamakta ve eleştirilerde de Çeçenistan’daki hak ihlallerinden duyulan endişe ile sınırlı kalınmaktadır.
2004 yılında Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Alvaro Gil-Robles’in Kafkaslar’da 25 günlüğüne yaptığı gezi, bölge halkının durumunu ortaya çıkartmakta oldukça önemli bir veriler sağlamıştır. Gil-Robles’a göre en acı olan ise “Çeçenistan’da demokrasi, insan hakları ve sivil toplumun oluşturulması konulu bir konferansa katıldığı Grozni ziyareti olduğunu anlatmıştır. Politikacı, kentin hala Stalingrad’ı andırdığını, insanların harabeler içinde yaşamak zorunda kaldığını ve askerler eşlik etmedikçe ziyaretçilerin kentte hareket edemediğini belirtmiştir. Çeçenistan’da hala insanların kayboluyor olmasının korkunç olduğunu da sözlerine ekleyen Robles, resmi rakamlara göre son üç yılda 2300 resmi kovuşturma başlatıldığını ama bunların sadece 50’sinin mahkeme aşamasına kadar gelebildiğini bildirmiştir.” Robles, “Bu bence bir skandal. Bu duruma bir son verilmeli. Aileler, yakınlarının başına ne geldiği hakkında bilgilendirilmeli” diye konuşmuştur. Bu Kafkas cumhuriyetinde olumlu bir şey görüp görmediği sorulduğunda Gil-Robles, yıkılan konutlar için tazminat ödenmeye başlandığını, fakat bunu alabilmek için paranın yarısını rüşvet olarak vermek gerektiğini anlatmıştır. Buna rağmen, insanların hakları olan bu paranın tümünü alabilmeleri hedefinden vazgeçilemeyeceğini ifade etmiştir.[1]
Aradan geçen 6 sene zarfında ise Rusya devleti bölgeye gözlemci girişini engellemeye devam etmekle birlikte Kadirov hükümetini destekleyerek Mücahitleri suçlu konuma düşürmüş böylece Çeçenler arasında ayrılık çıkarmaya çalışmıştır. “Çeçenistan’da artık resmi bir hükümet ve ona isyan eden isyancılar var, bu onların mücadelesidir” demeye getirerek sorunun artık kendi inisiyatifi dışında gerçekleştiğini söyleyerek sorundan kurtulmaya çalışmaktadır. Ancak alınan haberlere göre hiçbir şey değişmemiş, insanların kaybolması öldürülmesi sürgün edilmesi ve rüşvet gibi ihlaller aynen devam etmektedir. AB toplumunun basının üzerinde daha çok durduğu Rusya’nın insan hak ve ihlalleri bağlamındaki bir diğer sorunlu olduğu konu ise basın hürriyetleri ile sansür ve baskıdır.
Rusya devleti özellikle iç ve dış politikalarının eleştirilmesine müsaade etmemektedir. Bu bağlam da en çok zara görenler yine Rus vatandaşı olan siviller, özellikle de basın mensupları ve insan hakları sözcüleri olmaktadır. Hiç şüphesiz bu konuda en belirgin örnek Rusya’nın muhalif gazetecilerinden Anna Politkovskaya’nın faili meçhul bir cinayete kurban gitmesidir. Rusya’nın insan hakları savunucusu ve bağımsız gazetecisi Anna Politkovskaya’nın, ordu ve polis içerisindeki şiddet, devlet içindeki pek çok yolsuzluk gibi konulara eğilmesi bazı devlet kurumlarca hoş karşılanmamıştır. Muhalif gazeteci, idealist haberciliğini yaşatırken 2001’de ‘insan hakları haberciliği’ ödülünü kazanmıştır. Böyle bir gazetecinin öldürülmesi özellikle Avrupa basınında geniş yankı bulmuştur. Üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen faillerin halen bulunamaması ve başka aktivist ve gazetecilerin ölmesi ya da fiziksel saldırılara maruz kalması Rusya’nın insan ve basın haklarının ihlali konusunda ilk sıralarda kalmasını sağlamaktadır.
Rus halkı günlük olaylara ilişkin haberlerin çoğunu televizyondan almasına rağmen, yayıncılık alanında çoğulculuk gözetilmemektedir. Hükümeti eleştiren muhalefetin temsilcileri ya da tanınmış figürler resmi devlet televizyonunu kara listesine alınmakta ve ekranlara çıkarılmamaktadır. 2008 Başkanlık seçimlerinde gazetecilerin görev yapmasını engelleyen olaylar da dahil olmak üzere yetkililerin gergin tavırları bağımsız basına gölge düşürmektedir.
İnsan hak ve özgürlüklerinin siyasi bir meta haline getirilmeye çalışıldığı günümüzde bazı gelişmiş ülkeler ise insan hak ve özgürlüklerini hiçbir şekilde önemsememekte ve dikkate almamaktadırlar. Bunların başında gelen ülkelerden biri Putin’in ‘demir yumruğu’ ile yönetilen Rusya’dır. Rusya bugün her ne kadar G-7 ülkelerinin +1’i hükmündeyse de halkın sosyal refah düzeyi ve insan hak ve özgürlükleri konusunda oldukça yetersiz bir konumdadır. Özellikle son aylarda gazeteci ve insan hakları savunucusu aktivistlerin öldürülmesi baskı ve şiddete maruz kalması ve Kafkaslardaki savaş hali Rusya’nın insan hakları karnesini oldukça zayıflatmaktadır.
Tüm bunlar göstermekteki fiziksel güç olarak yükselen bir ülke olmakla birlikte Rusya kendi iç sorunları ile acımasızca mücadele etmekte ve muhalefeti susturmaya yönelik girişimlerde bulunmaktadır. Bu durum insan hakları konusunda ve özellikle basın hürriyetleri konusunda fazlasıyla hissedilmekte ve koşulların değişmesi için Rusya Devleti’nin kağıt üzerinde yapılan göstermelik birkaç değişiklik dışında fazla bir şey yapmadığını ortaya koymaktadır.