Emniyet’in elindeki teknolojik imkânlar, giderek daha fazla ‘ağ toplumu’ haline gelmiş olmamız, gerçeği aşan ilişkileri de suç kapsamında görme tehlikesi yaratmaktadır.
Prof. Dr. EROL KATIRCIOĞLU / İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi
“Bütün dünyanın varlıkları-İlişkilenin!” (Entities of the World- Relate!). Bu sözü, Karl Marx’ın ünlü “Bütün dünyanın işçileri-birleşin!”le bir benzerlik kurarak söyleyen Mustafa Emirbayer adlı Amerikalı bir sosyolog. Bir Kırım Tatarı anne ile bir Türk babadan doğma Emirbayer Amerika’da Wisconsin Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Harvard doktoralı bu genç akademisyen son zamanların parlayan sosyal bilimcilerin en iyilerinden biri. İlgi alanı “İlişkisel sosyoloji” olarak adlandırılan sosyolojinin içinde yeni bir alan. Emirbayer’den söz etmemin sebebi ise aslında yazının girişinde kullandığım sözü. Marx’ın zamanındaki kapitalizm emeği homojenliştirip “ücretli emek” haline dönüştüren bir mekanizma üzerinden gelişti. Esnaf ve zanaatkar olarak çalışan insanlar bir süre sonra “zincirlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şeyi olmayan” insanlar haline dönüştükçe toplumda ilk kez üretimde durumları ve çıkarları farklı olan sınıflar meydana geldi. Yaşayabilmek için emeklerini satmaktan başka çareleri olmayan bu insanlarla üretim için gerekli sermayeyi elinde bulunduran işverenler arasındaki ilişkinin bir mağduriyet ilişkisi taşıyor olması o dönemdeki birçok insanı rahatsız eden bir konu oldu. Marx, kapitalizmin yarattığı bu mağduriyeti
gidermenin yolunun ise işçilerin işverenler karşısında örgütlenmelerinden geçtiğini söyledi. Bu nedenle de “Komünist Manifesto”da bütün ülkelerin işçilerine “Birleşin!” çağrısında bulundu.
Suç ağlarını nasıl ayıracağız?
Mustafa Emirbayer ise yalnızca işçilere değil bir bakıma bütün insanlara seslenerek “İlişkilenin!” önerisinde bulunuyor. Yani birbirinizle ilişkili olun diyor zamanın ruhuna uygun olarak. Zamanın ruhuna uygun olarak diyorum çünkü çağımız, teknolojinin de elvermesiyle, insanların potansiyel olarak daha da ‘ilişkili’ hale geldiği bir çağ. Bu nedenle de çağımız toplumları bireylerin birbirleriyle ilişkili hale gelmiş ‘ağlar’ (network’ler) halinde yaşadıkları toplumlar. Dolayısıyla da bugün için sosyal gerçekliğin anlaşılması insanların ilişkilerinden giderek oluşmuş olan ağ toplumunun anlaşılmasını gerektiriyor. Bireyler bireylerle ilişkilenerek ağları meydana getirirken oluşan ağlar da bireylerin davranış ve tercihlerini etkiliyor.
Sosyal Ağlar (Social Networks) konusu yalnızca sosyolojinin değil toplum ve şirket
önetimleri gibi alanlarda da giderek yaygınlaşan bir konu. İlk olarak psikologlar tarafından insanlar arasındaki ilişkilerin meydana getirdiği ağları matematik ve istatistik yardımıyla incelemek amacıyla oluşturuluyor. Psikologların kişinin ruh halini diğer insanlarla girdiği ilişkiler içinde anlamayı daha üretken bulmaları ilk ağ çalışmalarının da başlangıcı. Fakat konunun asıl gelişmesi 1980’lerde bu yaklaşımların sosyolojide bir karşılık bulmasıyla oluyor. Sosyolojide, bireylerin davranışlarını diğer kişilerle girdikleri ilişkiler üzerinden anlamaya çalışmak, bu ilişkilerin oluşturduğu sosyal yapının anlaşılmasına katkıda bulunabileceği gibi bu sosyal yapının anlaşılmasıyla da bireylerin davranışlarıyla ilgili daha derin bilgiler elde etmek mümkün olabilir düşüncesi gelişti. Nitekim ‘sosyal ağlar’ konusu önce sosyolojide, daha sonra psikoloji, antropoloji, işletme ve ekonomi gibi değişik alanlarda uygulamalarla gelişti ve bugün günümüzde hemen her alana uygulanır hale geldi.
Doğrusu bu yazıya sosyal ağlar konusuyla ilgili tanıtıcı bir yazı yazmak amacıyla başlamadım. Derdim geçen haftaki yazımda üzerinde kısa da olsa durduğum Özel Yetkili Mahkemeler konusuyla ilgili. Bilindiği gibi bu mahkemeler günümüz toplumlarında terör ya da mafya türü gizli ‘ağsal’ örgütlenmelerle baş edebilmek için bir tür ihtisas mahkemeleri olarak
düşünülmüş eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne benzeyen mahkemelerdir. Terör ya da mafya türü gizli ‘ağsal’ örgütlenmelerin ise aynı zamanda “sosyal ağlar” konusuyla çok ilgili olduğu açık. Çünkü kendini gizleyen bireyler yine kendini gizleyen başka bireylerle ‘terör’ ya da ‘çıkar’ odaklı ilişkiler kurduklarında bir “ağ” meydana getirirler. Herhangi bir bireyle ilgili elde edilen bilgiler ancak bu bireyin diğer bireylerle ilişkileri üzerinden bir anlam kazanır. O nedenle de “ağ”ın anlaşılması tek tek bireylerin deşifre edilmelerinden daha fazla bir bilgi sağlar vs.
Terörle mücadele yazılımları
Bu nedenle de son yıllarda Amerikan üniversitelerinde bu yönde çalışmalar yapılmakta, özellikle terörizm ve ağlar konusunda bilgisayar yazılımları geliştirilmekte. ORA, AutoMap, BioWar, DyNet bunlardan bazıları. Bu yazılımlardan biri olan ORA daha çok dinamik ağ analizleri yapabilen bir yazılım. Mesela hangi kritik aktörün ortadan kaldırılmasıyla gizli ağın nasıl bir yara alacağı, performansının ve yaşayabilirliğinin nasıl bir hasar alacağı gibi sorulara cevap veren bir yazılım. Auto Map ise bir tür metin madenciliği diyebileceğimiz bir yazılım. Bu yazılımla metinlerdeki kelime, isim ve ifadelerden anlam ağları yakalamak mümkün olabiliyor. DyNet ise gizli ağların, bir atak karşısında nasıl değişim gösterdiğini inceliyor vs.
ürkiye’de güvenlik kurumlarının bu türden yazılımlar kullanılıp kullanmadığını bilmiyorum. Ama Ergenekon, KCK ve Futbolda Şike davaları gibi davalarda telefon dinlemeleri, teknik takip ve kamera kayıtları gibi teknolojinin imkânlarından yararlandıkları anlaşılıyor. Nitekim bu davalarda delillerin birçoğunun bu yollarla elde edilmiş iddialar olduğu da ortada. Fakat Emniyet’in elindeki bu teknolojik imkânların giderek daha fazla “ağ toplumu” haline gelmiş bir toplumda gerçeği aşan ilişkileri de suç kapsamında görme tehlikesi de yaratmaktadır. Türkiye son yıllarda dijital devrimden etkilenmiş ülkelerin ön sıralarında geliyor. Özellikle internet kullanımı (toplumun yüzde 44’ü) ve cep telefonu sahipliği (70 milyon), facebook, twitter gibi sosyal ağları kullanma (sayıları on milyonları aştı) en azından sanal dünyada görece daha yüksek bir “ilişkili” olma halinin arttığının göstergeleri. Böyle bir toplumda bir suç ağının nerede başladığını ve nerede bittiğini belirleyebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Mevcut teknolojilerin en önemli sorunlarından biri de budur. Herhangi bir telefon konuşmasının ya da çekilmiş bir fotoğraf ya da videonun içine girmiş herhangi bir kişinin bir örgütün üyesi olup olmadığının belirlenmesi her zaman kolay değildir. Amacı ve sınırları aşan yanlışların yapılabilme olasılığı yargının yanlış karar vermesine ve adaletin de gerçekleşememesine neden olabilir.
Teknolojinin gelişmesi toplumların daha da fazla ‘ilişkili’ hale gelmesine yol açıyor. Bu ‘ilişkili’ hale gelişlerden biri de toplumun güvenliğini tehdit edebilecek gizli örgütlenmelerdir. Bunların varlığının belirlenmesinde yeni teknolojiler bir imkan gibi görünüyorsa da bu imkanın her zaman adaletin tecellisini gerçekleştirdiğini söylemek zor. Son günlerin tartışmalarında ise bu “sınırları zorlayan” olasılığın yüksek bir olasılık olduğuna dair işaretler var.
Kaynak: Prof. Dr. EROL KATIRCIOĞLU / İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Star Gazetesi