“Biz sözün yumrulaştığı yerde sözü fark edenleriz”
***
Hiçbir söz kendi izlerinin gittiği yerden başka bir yere gidemez. İzlerini sevdiğimiz sözün gittiği yeri de severiz; izlerinden nefret ettiğimiz sözün gittiği yerden de nefret ederiz. Biz insanız, söze itibar eder; sözü yereriz. Bu sebeplerle söz gittiği yere gitmeden önce çıktığı yer’i târif eder. Bizler de sözü her iki yönde tâkibeder, sözü duyduğumuz anda, tam orada, orta yerde durur; kendini târif ettiği şekilde onu tartar, onun izlerinden hareketle iz yolunda hem ileriye hem geriye bakarız. Sonra hiçbir ayrım gözetmeden sözün gittiği yere dair duygularımızı sözün çıktığı yere de sarf ederiz.
***
Söz’ün gittiği yer çıktığı yerle aynıdır. Zirâ her söz sahibine döner. Söz’ün gittiği yeri seviyorsanız, sözün çıktığı yeri de seversiniz; özünde sevdiğiniz sözü sarf edendir. Söz’ün gittiği yerden nefret ediyorsanız, sözün çıktığı yerden de nefret edersiniz; özünde nefret ettiğiniz sözü sarf edendir.
***
Söz söyleyene dönecekse söyleyen kendi sözlerinin izlerinde saklar kendisini. Devrini tamamlayan her söz, devir döngüsünün her yerine sahibinin nefsini ve bildikleriyle nefsinin ilişkisini gizler. Bıraktığı izleri nefsiyle zekâsının, nefsiyle irâdesinin, nefsiyle aklının girdiği it dalaşlarının rengine boyar. Söyleyen, bildikleriyle söze yansıyan samimiyetini, riyâkârlığını ve o güne dek elde ettiği her ne varsa bir tek anda kesif bir birleşmeyle birer yumru bırakır iz yolunda. İşte o yumru anında sözün gittiği yeri fark ederiz. Söyleyeni fark ederiz. Biz sözün yumrulaştığı yerde sözü fark edenleriz. Söz çirkinse yumrulaştığı yerde sahibine göre kendisine ihanet eder; söz güzelse yumrulaştığı yerde sahibine göre kendisine iyilik verir.
***
Yumrulaştığı yerde söz, sahibinin her şeyini insanlara anlatır olmuştur. Çirkin sözü sarf edenin sakladığı her çirkin niyet yumrulaştığı yerde sözün cemâlinde ayân beyân olur. Bu hâlde söz bıraktığı izleri kapkara bir necâsetle sahibinin yüzüne savurur; sahibine göre ihânet etmiştir. Ama sözün özüne göre söz, vâzifesini yapmış, özüne dönmüştür. Çıktığı yere avdet etmiştir. İhânet eden söz değil, sözün özüne vâkıf olmayan söyleyendir. O söze ihânet etmiştir; sözün gücüne hakaret etmiştir. Kendi sırlarını çirkinleştirdiği söze yüklediği için kendisine ihanet eden söz değil kendisidir. Çirkin söz, iyi sözden daha tez yumrulaşır ve duyulur; çirkin sözün ömrü nihayetsiz sonradaki cehenneme uzandığı gibi nihayetli öncede çirkin iblis’e kadar uzanır. Uzandığı yerden beslenip büyüyerek çıktığı yere döner. Bıraktığı izlerin tümünde kötülükleri büyütür; kötülüklere giden yolu güzel gösterir.
***
Güzel söz yumrulaştığı yerde, sahibine göre de duyana göre de sahibine iyilik verir. Güzel sözün ömrü nihayetsiz sonradaki cennete kadar uzandığı gibi nihayetsiz öncede kendisini yaratan güzel Allah’a kadar uzanır. Güzel sözün çıktığı yerden sonra bıraktığı izlerin tümü saklı durdukları anlam kovuklarında parıldar. Her pırıltı, çirkin sözden üreyen kötülükleri görünür hâle getirir. Çirkinliğin devleştiği yerde güzelliğin var olduğunu hatırlatır.
***
Bizler söze itibar edenleriz. Bizler sözlerimizle felâketimizi hazırladığımız gibi sözlerimizle cehâletimize son verenleriz. Söz bizler içindir. Sözü özünden öğrendiğimizde özü sözümüzle söyleriz. Sözü özünden çalandan öğrendiğimizde, hırsızın özünü söyleriz. Bizler ya Allah’ın söze yüklediği özü okur, tekrar eder ya da iblis’in çaldığı özü söze yükler, tekrar ederiz. Ama pek bilmeyiz; söz’ün gittiği yer, çıktığı yerle aynıdır; söz özüne döner.
***
Söz çıktığı yere devrini tamamlayıp döndüğünde boynumuza asılır. Hayra dönüşen her parıltısında güzel söz, başlattığı güzelliklerin tohumlarıyla diğer güzel sözleri doğurur, bizleri nihayetsiz sonraya kadar güzelliklerle besler. Şerre dönüşen her söz kendi karanlığını serper bıraktığı izlere, bizleri nihayetsiz sonraya kadar kötülüklerle besler.
***
Her an söz sarf ederiz; sarf ettiğimiz her söz bizden içeriye gittiği gibi bizden dışarıya gider. Biz bizden çıkan sözün dışımıza doğru gidişinden sorumlu olduğumuz gibi, içimize gidişinden de sorumluyuz. Dışımıza giden söz tekrar bize dönene dek her ne yaptıysa biz ondan ötürü mükellefiz; içimize giden her söz içimizdeki diğer sözleri tetikleyip bize dönene kadar ne yaptıysa biz ondan ötürü de mükellefiz. İçimize giden her söz dışımıza giden her sözden daha güçlüdür. Biliriz ki; dışımıza giden her söz içimize giden binlerce sözden peydahlanmıştır. Söz önce içimize gitmeseydi, içimizdeki nefsimizle nefsimizin ve iblis’in fısıltılarıyla beslenemez, besili bir halde dışımıza çıkmaya cesâret edemezdi.
***
Söz, tövbe sözüne muhtaçtır; diğer sözlerin sözlere muhtaç olması gibi. Her söz alıp götürdüğü özü diğer sözlerle süsleyerek benimsetir. Eskilerin yenilere bıraktığı da sadece sözdür. İnsanın yapıp ettiği her şey de işte bu sebeple hep ve daima sözdür. Dua sözdür, küfür sözdür. Düşünce sözdür, iman sözdür. Söz başka bir sebeple değil, kainât’ın özü söz olduğu için çıktığı yere döner. Lâkin sözün saptığı yer kainât’ın özüne giden yolu göstermez. Çirkin söz kainatın özüne değil nefsinin ve iblis’in kölesi olan insana döner. Güzel söz bu güzelliğin gideceği her yere döneceği halde sahibine döndüğü yerde sahibini güzelliklerin içine götürür.
***
İnsan güzel söz ile çirkin sözün bir arada durduğu tek mekândır; tek zamandır. Çirkin sözleri artmış olanın karanlığından kurtulması tövbe iledir. Çirkin sözün silineceği tek kâide tövbe kaidesidir. “Çirkinlikten arındıramadığımız sözlerimizle biz, güzel sözün gideceği yerlere götürülmeyecek kadar kirliyiz”, dedirtir iblis. Bizi çirkin sözde mahpus bırakan İblis’e diyeceğimiz söz çirkin sözden uzakta duracağımız sözdür. Bize bildirilen en güzel sözdür. Allah’ın güzel sözüdür. Onu hep söyleyeceğiz, söylemekte tereddüt etmeyeceğiz. Bileceğiz ki; sözün en güzeline dayanmayan söz çirkinleşmekten kurtulamayacaktır. Şimdi sözün en güzelinden beslenen sözümüzü, aydınlık bir zirvede güzel sözün en güzel serüveninde bıraktığı izlere tekrar tutturacağız ve susacağız.
***
“Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” ( Fussilet 46)
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır” (Mümtehine 8)
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız . Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında gözetleyen hazır bir melek bulunmasın” (Kâf 16,17,18)
(Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri. Allah ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şiddetli azabın içine!” Arkadaşı (olan şeytan) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içinde idi. Allah, şöyle der: “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yaptım. Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.” (Kâf 24,25,26,27,28,29)