Vatan Şaşmaz’li metrobüs reklamı, kendi halinde çilesini dolduran yığınların pek de umrunda değilken, bir anda sosyal medyada, sosyal medyanın sözlükçü kanadı tarafından, tiye alınmış, akabinde bu traji-komik sataşmaların başında yer almasından sonra da reklam apar topar yayından kaldırılmıştır. İstanbul’un toplu taşıma gerçekliğinden fersah fersah uzak olan reklamı savunma görevi Cüneyt Özdemir’in programında reklamın jonu Vatan Bey’e verilmişse de, Vatan Bey’in açıklamaları bu görevi yerine getirebilecek kalibrede olmadığını ortaya çıkarmıştır.
Metrobüs çilesini yaşayan günümüz İstanbullular’ı için tarihten bir yaprakla bu kadim çilenin yaklaşık 90 yıl önceki halini izah edeceğim. Akbaba dergisinin 10 Ocak 1924 tarihli 115. sayısında yer alan “Tramvay Derdi” isimli makale aziz İstanbul’un erken Cumhuriyet dönemi ulaşım sorununu görmek için bize önemli ipuçları vermektedir. İşte o makale:
” Dertlerin en büyüğü, en korkuncu, en felaketlisi bu! Beklemesi bir dert, binmesi ayrı bir dert! Kah motoru, kah freni bozulur, kah teli kopar, kah yoldan çıkar. Bazı, adam demez, araba demez, otomobil demez çarpar, kırar, ezer. Bazı, kadın, erkek, çoluk çocuk, genç, ihtiyar içindekilerle beraber devrilip ezilir. İnmesi tehlikeli, binmesi tehlikeli, atlaması tehlikeli, sıçraması tehlikeli. İstanbul’da bu tramvay yüzünden hiç kimse canından emin değil. Bugün benim, yarın senin, öbür gün bir başkasının tramvay altında can vermeyeceği ne malum! Aksaray, Bayezid, Sultan Ahmet, Eminönü, Karaköy belli başlı birer maktel oldu. Gün geçmez ki bu semtlerde birinin kolu, birinin bacağı, birinin boynu kopmasın! Haydi, kafası yarılan, parmağı ezilen, ayağı kırılanları hesaba katmayalım! Fakat bu böyle devam ederse ne olacak? Ahali dağlara mı çıksın? Şehirde adam kalmasın, sokakta kimse dolaşmasın mı? İstanbul’da harp malülleri kadar tramvay malülleri var. Bacağı kesilmiş kadınlar, kolu kopmuş çocuklar da muharebeye gitmedi ya…
Hani, eski misallerde korkunç devler vardır: bir diyara musallat olur, her gün bir adam yermiş. Ahali kura çeker, kime isabet ederse deve kurban gidermiş! Bizim için tramvay dab ü korkunç devlere benzedi. Gazetelerde okuduğumuz kazalar, her gün bu kuraların kimlere isabet ettiğini yazıyor. Başka memlekette olsaydı, bu uğursuz aleti, ahali taşlar, kırar, parçalar, atardı. Hükümet, tehlikesi, kazası, belası bu derece olan bir yarım icadın kullanılmasına müsaade etmezdi.
Dünyanın hangi tarafında böyle görünür bir tehlikeye müsaade edildiği ısıtılmıştır? Kullanmasını mı bilmiyoruz? Bozüğünü mü getiriyoruz, yolunu mu, telini mi yapamıyoruz? Her ne hal ise, tedkik edilip, tahkik edilip çaresine bakılmalı değil mi?
İstanbul’da elektrikli tramvay işletmeye başlayalından beri, içimize düşman girmiş, şehre eşkıya inmiş gibi hepimizin yüreği heyecanda! Ailemizden biri akşam yarım saat geç gelse:
______ Tramvay mı çiğnedi?diye kalbimiz çarpıyor, baygınlıklar geçiriyor, sokaklara düşüyoruz!
Bari bu kadar kazasına göre bir faydası olsa! Beklersin gelmez, gelse binilmez, bir fırsatını bulup binsek, beş on arşın gidip ya bir dönüm yerinde, ya bir iniş sonunda yoldan çıkar, devrilir, seni de, içindekileri de bir daha dönmemek üzere götürür.
İşte tramvay derdi; derdlerin en büyüğü, en korkuncu, en felaketlisi bu! ”