Dünya miniminnacık bir kasabaya dönüşeli çok olmadı. Gerçi bu ifade bilmem kaç milyar kere zikredildi fakat hala manası anlaşılamadı. -Mecidiyeköy’de oturan bir adamı Söğütlüçeşme’de görmekle dünyanın küçük olduğunu ispat edenler metrobüsü bilmeyenlerdir.- Dünya sahiden de küçük. İnternet dünyası mı? İşte o köy dediğimiz, kasaba dediğimiz dünyanın da katbekat küçüğü. Öyle bir alan ki, her an herkesle karşılaşabilir, her türlü sırrımıza istemediğimiz kadar ortak bulabiliriz.
Sosyal ağ paylaşımları o eskiden bildiğimiz “sır” anlayışını da kökünden değiştirdi. Şimdilerde sırlarımıza şahitler aramak, iç dünyamızın hastalıklı sayıklamalarını bambaşka evlerdeki binlerce kulağa, fısıldamak ne kelime, bas bas bağırmak için fırsat kolluyoruz. Sosyallik bunu gerektiriyor zira; ne kadar şeffaf, o kadar samimi.
İnternet bir köyden de küçük, bir sokak yahut bir ev ise şayet, facebook salonu, instagram mutfağı, twitter da banyosudur. Genel kullanıcıyı göz önüne alırsak, aileyi, arkadaşları ağırladığımız facebook’ta hem samimi, hem geleneksel bir tavır takınıyoruz ister istemez. Fotoğraflar güzel, yazılanlar canımlı cicimli…
Twitter’a gelince, banyodaki kadar tek ve özgür hissediyor herkes. Dünya ne kadar küçük olursa olsun kimse kimsenin banyo içindeki haline vakıf değil tabii. Öyle rahat şarkı söyleniyor ki duş perdesinin arkasında -ki bu perde takma ismine denk geliyor- sanki dört bir yanı zırhla kaplı şövalye mübarek! Takma ismi olmayanlar mı? Yani şu sözümona cesur olanlar, onlar da aslında arkasından konuştuğu kişinin kendisini asla duymayacağından emin olduğu için twitter’da bağırabiliyor. Kurtarılmış bölge twitter, belli yaşın üstündeki kişilerin rağbet etmediği hani… Herkes orada olabilse kim patronunun karşısına dikilip öyle hakaretler yağdırabilir? Hangi çılgın müdürüne, öğretmenlerine, babasına, annesine, kayınvalidesinin akrabalarına, hatta eşine –okuyacaklarını bile bile- o mention’ları atabilir?
Belki psikoloji ile uğraşanlar bu ikiyüzlülüğü bir rahatlama fırsatı olarak tanımlayacaklar. Olabilir mi? Neden olmasın. Hazır kimse duymuyorken daha da abartıp o cüretkar tespitlerimizi dayandırdığımız aile bireyleri hakkında bir şeyler daha anlatalım. İlkokul öğretmenim ayrımcılık yapıyordu, marketteki kadın bir omuz darbesiyle sıramı çaldı, alt komşumun evi her gün soğan tütüyor, en yakın arkadaşım aslında çok yeteneksiz, o ona yakışmıyor, bu bunu hak etmiyor… Ve daha bir sürü şey… Bütün bunları okuyarak çocukluğumuza iner belki takipçilerimiz. Ve bu sayede tüm travmalarımızı kendilerini asla savunamayacak ve onlardan habersiz kustuğumuz nefreti asla bilemeyecek olan “hayatımızın kalabalığı”na yükleriz. Ne dersiniz, biraz olsun hafiflemez miyiz?